Sağlık [ 27 Ekim 2025 ]


Sağlık



Vitaminlerin Gücü: Küçük Moleküller, Büyük Etkiler

Vitaminler, vücudun görünmeyen ama en çalışkan yardımcılarıdır. Onlar olmadan enerji üretilemez, bağışıklık sistemi zayıflar, cilt ve ruh aynı anda yorulur. Görünmezler ama etkileri hissedilir; eksikliklerinde vücudun ritmi bozulur.

Peki bu küçük moleküller ne işe yarar, hangilerine dikkat etmeliyiz?
Vitamin Nedir?

Vitaminler, vücudun kendi başına üretemediği ama yaşamsal fonksiyonlarını sürdürebilmek için dışarıdan almak zorunda olduğu organik bileşiklerdir. Enerji kaynağı değillerdir; fakat enerjinin doğru kullanılmasını sağlayan düzenleyicilerdir.

İki gruba ayrılırlar:
• Suda çözünen vitaminler: B ve C vitamini
• Yağda çözünen vitaminler: A, D, E ve K vitaminler

  • Suda Çözünen Vitaminler
Bu vitaminler vücutta depolanmaz, fazlası idrarla atılır. Bu nedenle her gün düzenli olarak alınmaları gerekir.

B VitaminiSinir sistemi, beyin fonksiyonları ve enerji üretiminde rol oynarlar. Eksikliğinde yorgunluk, unutkanlık, saç dökülmesi ve stres artışı görülebilir. Yumurta, süt ürünleri, tam tahıllar, yeşil yapraklı sebzeler ve ette bolca bulunur. Bitkisel beslenenler B12 desteğini mutlaka düşünmelidir. 

C Vitamini; Bağışıklık sisteminin koruyucusu, cildin dostu, doğal antioksidandır. Eksikliğinde sık hastalanma, cilt kuruluğu ve yorgunluk yaşanır. Portakal, kivi, limon, yeşil biber ve brokoli de çokça bulunur. C vitamini pişirildikçe azalır, mümkünse çiğ tüketilmelidir. 

  • Yağda Çözünen Vitaminler
Bu vitaminler vücutta depolanabilir; bu da hem avantaj hem risk oluşturur. Fazla alındığında karaciğer ve böbrek sağlığını olumsuz etkileyebilir.

A Vitamini; Göz sağlığı, cilt yenilenmesi ve bağışıklık için gereklidir. Havuç, tatlı patates, yumurta sarısı, süt ve karaciğerde sıkça bulunur. Eksikliği halinde, gece körlüğü ve kuru cilt gibi durumlarla karşılaşılabilir. Fazlalığı halinde ise, baş ağrısı ve cilt tahrişi görülebilir. 

D VitaminiKemik ve kas sağlığının temel taşıdır. Eksikliğinde halsizlik, kemik ağrısı, depresif ruh hali görülebilir. Güneş ışığı, balık, yumurta ve süt ürünlerinde bolca karşımıza çıkmaktadır. En doğal D vitamini güneş ışığıdır. 

E Vitamini; Antioksidan etkisiyle cilt, saç ve hücre sağlığını korur. Badem, fındık, avokado ve zeytinyağında bolca bulunur. Eksikliği halinde, kas zayıflığı ve bağışıklık düşüklüğü görülebilir. Fazlalığı durumunda ise, kan sulandırıcı ilaçlarla etkileşebilir.

K Vitamini; Kan pıhtılaşması ve kemik yapısının güçlenmesi için gereklidir. Ispanak, brokoli, lahana ve yeşil sebzeler kaynak depolarıdır. Eksiklik halinde, kolay morarma ve uzun süren kanamalara rastlanabilir. 


Fazla Vitamin, Fazla Sağlık Değildir

Vitamin takviyeleri faydalı olabilir; ancak bilinçsiz kullanım vücut dengesini bozabilir. Özellikle A ve D vitaminleri fazla alındığında toksik etki yaratabilir. En sağlıklı yol, vitaminleri doğal besin kaynaklarından almak ve gerektiğinde doktor kontrolünde takviye etmektir.

Ekubo’dan Günlük Denge Tavsiyeleri
1. Tabağını renklendir. Her renk bir vitaminin işaretidir. 
2. Su içmeyi unutma. Vitaminlerin taşınması için su şarttır. 
3. Güneşle dost ol. D vitamini en doğal ışıktır. 
4. Gerçek gıda tüket. Kutudan değil, topraktan gelsin. 
5. Kahve ve çayı ölçülü iç. Aşırısı vitamin emilimini azaltabilir. 
6. Ruhunu da besle. Dengeli bir zihin, güçlü bir bağışıklığın başlangıcıdır.

Vitaminler sadece bedeni değil, ruhu da besler. Eksikliğinde yorgunluk değil bazen umutsuzluk hissederiz. Doğru beslendiğinde sadece sağlıklı değil, daha dengeli, canlı ve huzurlu bir sen ortaya çıkar. Bedenin şifası doğada, ruhun şifası farkındalıktadır.

Ekubo Sağlık Köşesi - Hangi Vitamin Sensin?

Soruları cevapla, ruh haline en çok hangi vitaminin benzediğini bul. Belki de eksik olan sadece biraz güneştir.”

1. Soru
Bugün kendini en çok nasıl hissediyorsun?
a) Enerjim düşük, toparlanmam lazım.
b) Biraz hasta olur gibi hissediyorum.
c) Kendimi göstermek, parlamak istiyorum.
d) Kemiklerim, eklemlerim, vücudum destek istiyor.

2. Soru
Aşağıdakilerden hangisi sana daha çok hitap ediyor?
a) Zihin açıklığı ve odak
b) Bağışıklık ve korunma
c) Cilt, saç, parlaklık
d) Güçlü beden, sağlam iskelet

3. Soru
Bir tabak hazırlasak hangisini seçersin?
a) Yumurta + tam buğday ekmek + yeşillik
b) Portakal, kivi, bol limonlu salata
c) Avokado + badem + zeytinyağlılar
d) Balık + yoğurt + güneşli bir yürüyüş

4. Soru
Kendine bir cümle seç:
a) “Zihnim açık olsun yeter.”
b) “Hastalıklar benden uzak olsun.”
c) “Parlayayım, iyi görüneyim.”
d) “Sağlam beden sağlam ruh.”

Sonuçlar;

Çoğunlukla a diyorsan → B VİTAMİNLERİ 
Senin ruhun “çalışkan vitamin” ruhu. Zihinsel olarak aktif, üretken ve canlı kalmak istiyorsun. B vitaminleri de tam bunu yapar ve sinir sistemini destekler, yorgunluğu azaltır, beyni besler. Tam tahıllar, yumurta, yeşil sebzeler; bitkisel besleniyorsan B12’yi unutma.

Çoğunlukla b diyorsan → C VİTAMİNİ 
Sen korumacı, şefkatli ve iyileştirici bir enerjidesin. “Kötü bir şey olmasın” diyorsun. C vitamini de tam bunu yapar ve bağışıklık sistemini güçlendirir, hücreleri onarır. Limonlu su, renkli sebze-meyve, taze tüket. Sık hastalanıyorsan tahlil de yaptır.

Çoğunlukla c diyorsan → E VİTAMİNİ 
Sen estetik seven, ışıltılı ve “ben iyi hissedeyim” diyen taraftasın. E vitamini antioksidan etkisiyle cildi ve hücreleri korur. Badem, fındık, çekirdekler, zeytinyağı. Cilt için dışarıdan takviyeye de bakılabilir ama önce beslenme.

Çoğunlukla d diyorsan → D VİTAMİNİ 
Senin enerjin “temel” enerji: sağlamlık, köklenme, iskelet. D vitamini de böyle çalışır: kemikleri güçlendirir,  bağışıklığı destekler. Güneşten korkma, 10-15 dakika yüzüne gelsin. Balık, yumurta, süt ürünleri. Kan tahliliyle düzeyine mutlaka baktır.

Uyarı; “Bu test eğlence ve farkındalık amaçlıdır. Vitamin eksikliği tanısı koymaz. Uzun süren halsizlik, saç dökülmesi, tırnak kırılması, sık enfeksiyon gibi şikayetlerde mutlaka doktorunuza veya diyetisyeninize başvurun.”



COVID-19 ve Benzeri Solunum Yolu Enfeksiyonları: Bilmeniz Gerekenler

Günümüzde, soğuk algınlığı, grip ya da havalı virüs diye geçiştirilen birçok durum aslında solunum yollarına yerleşen virüslerin farklı formlarıdır. COVID‑19 ile başlayan global farkındalık sonrası, benzer virüslerin riskleri ve korunma stratejileri çok daha görünür hale geldi. Bu yazıda, COVID-19 ve benzeri solunum yolu enfeksiyonlarının ne olduğundan başlayarak, nasıl yayıldıkları, belirtileri, birbirinden ayrılmaları, korunma yolları ve hangi durumlarda doktora başvurmanız gerektiğine kadar kapsamlı bir rehber sunacağız.

COVID-19 benzeri solunum yolu enfeksiyonu ne demek?
Alt ve üst solunum yolu virüsü kaynaklı enfeksiyonlar ve belirtileri COVID-19’a benzer olabilen (öksürük, ateş, nefes darlığı vb) enfeksiyonların etkenleri farklı olsa da yayılma biçimi, risk grupları ve korunma adımları büyük ölçüde ortaktır. Örneğin, Influenza (grip) virüsü, Respiratory Syncytial Virus (RSV) ya da diğer koronavirüs türleri bu kapsama girebilir. 

Yayılma ve Etkenler
Etken Virüsler; 
COVID-19: SARS‑CoV‑2 virüsünün neden olduğu hastalıktır. 
Grip (Influenza): İnfluenza virüsleri tarafından oluşturulur. 
Diğer solunum virüsleri: RSV, bazı koronavirüsler, hMPV gibi virüsler de bu gruba girer. 

Bulaşma Yolları; Virüslü kişinin öksürmesi, hapşırması, konuşması veya nefes vermesiyle yayılabilen damlacıklar ve aerosol parçacıkları ile bulaşma gerçekleşir. Kapalı, havalandırması zayıf ortamlarda risk artar. Paylaşılan yüzeyler, ellerin yüzle teması da bulaşmayı kolaylaştırabilir.

Belirtiler ve Farklılaşma
Ortak Belirtiler; Ateş, titreme,öksürük, boğaz ağrısı, burun akıntısı veya tıkanıklığı, yorgunluk ve kas ağrıları
COVID-19’a Özgü veya Daha Şiddetli Olabilecek Belirtiler; Koku ya da tat kaybı (COVID-19’ta öne çıkan), nefes darlığı, göğüs ağrısı
Grip, COVID-19 ve soğuk algınlığı benzer görünebilir fakat tablo, şiddet, risk grupları farklı olabilir. Örneğin Avrupa’daki resmi özetlere göre, COVID-19, RSV ve influenza birlikte izlenmektedir. 

Kimler Daha Risk Altında?
İleri yaş (65 ve üzeri), kronik hastalığı olanlar (kalp, akciğer, böbrek, diyabet vb), bağışıklık sistemi zayıf olanlar, hamileler, sigara kullananlar ve aşırı alkol kullananlar. Bu gruplar enfekte olduklarında komplikasyon riski daha yüksek olduğundan erken önlem çok önemlidir. 

Teşhis ve Tedavi
Klinik muayene ve belirtilerin değerlendirilmesi, PCR veya antijen virüs testleri (COVID-19, influenza vb), labcorp, gerekirse akciğer filmi/CT (özellikle alt solunum yolu etkilenmişse) ve bağışıklık durumu, önceden var olan hastalıkların kontrolü yolları ile teşhis sağlanabilir. 

Tedavi de ise hafif vakalarda; evde istirahat ,bol sıvı alımı, ateş/ağrı için gerekli ise doktor önerisiyle ilaç alımı, semptomlara yönelik destekleyici bakım gerekebilir. 

Şiddetli vakalar da ise; hastane tedavisi, oksijen desteği gerekebilir, antiviral ilaçlar (örneğin COVID-19 için) ile yoğun bakım gerekebilir.

Korunma Yolları: En Etkili 8 Adım
Aşı: COVID-19 ve grip aşıları 
Ellerin düzenli yıkanması: Sabun veya en az %60 alkol içeren el dezenfektanı.
Kapalı ve kalabalık alanları tercih etmemeye çalışın.
Yeterli hava sirkülasyonu olan ortamlarda bulunun
Maske kullanımı (özellikle riskliyse ya da salgın dönemindeyse).
Yüzey temizliği ve kişisel eşya paylaşımından kaçının.
Sağlıklı yaşam tarzı: İyi uyku, dengeli beslenme, düzenli egzersiz.
Hastaysanız başkalarıyla teması sınırlayın.

Ne Zaman Doktora Gidilmeli?
Nefes darlığı artıyorsa, göğüs bölgesinde şiddetli ağrı varsa, bilinç bulanıklığı, deliryum durumu varsa, ateş 3 günden uzun sürüyorsa ve düşmüyorsa ve yüksek risk grubuysa (yaş, kronik hastalıklar) bu durumda vakit kaybetmeden sağlık kuruluşuna başvurulmalıdır.

Sonuç olarak; resmi verilere göre solunum yolu virüsleri hala aktif şekilde izleniyor. COVID-19 ve influenza gibi virüsler benzer dönemlerde birlikte dolaşabiliyor. Benzer semptomlar ve farklı etkenler durumu, teşhis sürecini önemli kılıyor.COVID-19 benzeri solunum yolu enfeksiyonları, hem bireysel hem toplumsal sağlık açısından dikkat edilmesi gereken durumlardır. Erken tanı, korunma, yaşam tarzı ve risk grubu farkındalığı bu süreçte kilit noktalardır. Sağlıklı bir yaşam için bu adımları ihmal etmemek gerekir.



Ketojenik Diyet (Keto Diyet)

Keto Diyeti Nedir?
Ketojenik diyet, temel olarak çok düşük karbonhidrat, orta düzeyde protein ve yüksek yağ alımına dayanan bir beslenme biçimidir.  Karbonhidrat alımı ciddi şekilde azaltıldığında, vücut glikoz (karbonhidrattan gelen şeker) yerine enerji için yağları kullanma moduna geçer. Bu sürece “ketozis” denir. Vücuttaki yağlar, karaciğerde “keton” adı verilen moleküllere dönüştürülür ve bu ketonlar hem beyin hem vücut için alternatif bir yakıt kaynağı haline gelir.

Bu diyetin yalnızca tek bir formu yoktur. Çeşitli uygulama şekilleri vardır bunlar:
Standart Ketojenik Diyet (SKD): En yaygın uygulamadır, bu diyette; karbonhidrat oranı oldukça düşük, yağ oranı ise yüksektir. 
Yüksek Proteinli Ketojenik Diyet:  Bu diyette protein oranı biraz daha yüksek tutulur. 
Döngüsel Ketojenik Diyet (DKD) / Hedefe Yönelik Ketojenik Diyet: Belirli günlerde karbonhidrat alımı artırılır ya da spor günlerinde ek karbonhidrat tüketilir.

Diyetin uygulamasında; karbonhidrat alımını ciddi şekilde sınırlamak gerekir. Genellikle günlük karbonhidrat miktarı 20-50 gram ile sınırlandırılır. Yağ oranını artırmak gerekir. Günlük kalorinin büyük kısmı sağlıklı yağlardan gelmelidir. Protein miktarını orta düzeyde tutmak gerekir. Çünkü aşırı protein alımı, glikoza dönüşerek ketozisi azaltabilir. Bol su içilmeli ve elektrolit dengesi korunmalıdır. Ketozise geçerken su ve mineral kayıpları olabileceği için bu önemlidir.  

Hangi Besinler Tüketilmeli ve Hangi Besinlerden Uzak Durulmalı?
Yağlı balıklar (somon vs.), yumurta, kırmızı et, tavuk, hindi gibi hayvansal proteinler ve avokado, yağlı tohumlar, zeytinyağı, tereyağı gibi sağlıklı yağ kaynakları ile brokoli, ıspanak, karnabahar gibi düşük karbonhidratlı sebzeler tüketilmelidir.

Ancak ekmek, makarna, pirinç gibi tahıllar, şekerli gıdalar, hazır tatlılar, patates, havuç gibi yüksek nişastalı sebzeler ve karbonhidrat içeriği yüksek olabilecek baklagillerden (nohut, mercimek vs.) uzak durulmalıdır. 

Faydaları ve Dikkat Edilmesi Gereken Riskler
Keto diyeti, kilo verme sürecini destekleyebilir. Kan şekeri ve insülin düzeylerini dengeleyebilir; özellikle Tip 2 Diyabet ve insülin direnci olan kişilerde yararlı olabilir.Bazı nörolojik hastalıklarda destekleyici olabileceğine dair çalışmalar mevcuttur. (örneğin Epilepsi, Alzheimer Hastalığı gibi)

Bunun yanında her ne kadar pek çok faydası olsa da keto diyeti herkes için uygun değildir ve bazı riskler içerebilir. Diyeti sürdürülebilir kılmak zor olabilir, sıkı kısıtlamalar motivasyonu düşürebilir. Yeterli sebze, lif ve bazı mikro besin öğeleri alınamayabilir, bu da besin eksikliklerine yol açabilir. Kalp-damar sağlığı açısından yüksek yağ alımı, özellikle doymuş yağlar açısından dikkat gerektirir. Böbrek sağlık sorunu olanlarda dikkatli olunmalıdır, sıvı ve elektrolit dengesizliği böbrekleri zorlayabilir. 

Keto diyetine başlamadan önce şu noktaları göz önünde bulundurmak önemlidir. Kronik bir hastalığınız varsa (örneğin böbrek yetmezliği, karaciğer hastalığı), mutlaka doktor veya beslenme uzmanı ile görüşülmesi gerekmektedir. Hamilelik, emzirme dönemi gibi özel durumlarda bu diyet uygun olmayabilir. Diyet boyunca sıkı tıbbi ve beslenme desteği almak önerilmektedir.

Sonuç olarak; keto diyeti, vücudun enerji metabolizmasını değiştirmeyi hedefleyen güçlü bir beslenme yaklaşımıdır. Doğru ve dengeli uygulandığında kilo kontrolü, metabolik sağlık ve bazı kronik hastalıklarda destekleyici olabilir. Ancak her beslenme planında olduğu gibi, kişiye özel koşullarla değerlendirilmesi, sürdürülebilir ve dengeli bir şekilde uygulanması çok önemlidir.



Şeker Hastalığı (Diyabet): Modern Çağın Sessiz Pandemisi

Günümüzde hem gelişmiş hem de gelişmekte olan ülkelerde en yaygın görülen kronik hastalıklardan biri olan diyabet, sadece bireyin değil, toplumun genel sağlık yükünü de artırıyor. Dünya Sağlık Örgütü’ne göre her yıl milyonlarca kişi diyabete bağlı komplikasyonlar nedeniyle hayatını kaybediyor. Bu nedenle diyabeti tanımak, riskleri bilmek ve erken önlem almak her zamankinden daha büyük önem taşıyor.

Diyabet Nedir?
Diyabet, vücudun enerji kaynağı olan glikozun hücrelere taşınmasını sağlayan insülin hormonunun eksikliği veya etkin çalışmaması sonucu ortaya çıkar. Kan şekerinin normalin üzerine çıkması, uzun vadede vücuttaki damar ve organlara zarar verir.

Diyabet temelde iki ana başlık altında incelenir:
Tip 1 Diyabet: Genellikle çocuk ve gençlerde görülür. Bağışıklık sistemi pankreas hücrelerine saldırarak insülin üretimini durdurur. Ömür boyu insülin tedavisi gerekir.
Tip 2 Diyabet: En sık görülen diyabet türüdür ve çoğu zaman yaşam tarzı ve genetik nedenlerle gelişir. İnsülin direnciyle seyreder. Önlenebilir ve kontrol altına alınabilir bir hastalıktır.

Bunun yanında gebelik diyabeti gibi özel durumlar da vardır. Hamilelik sırasında ortaya çıkar ve hem anne hem de bebek sağlığını etkileyebilir.

Diyabetin Belirtileri Nelerdir?
Diyabet bazen sessiz ilerler, özellikle Tip 2 diyabet yıllarca fark edilmeden devam edebilir. Ancak şu belirtiler alarm sinyali olabilir:
Aşırı susama ve sık idrara çıkma
Ani kilo kaybı
Sürekli aç hissetme
Görme bulanıklığı
Ciltte kuruluk, kaşıntı
El ve ayaklarda karıncalanma
Yara ve kesiklerin geç iyileşmesi
Sürekli yorgunluk hali
Bu belirtileri yaşayanların mutlaka sağlık uzmanına başvurması gerekir.

Kimler Risk Altında?
Diyabet, bazı kişileri daha yakından tehdit eder. Fazla kilo, özellikle bel çevresi yağlanması olanlar, ailede diyabet geçmişi bulunanlar, hareketsiz yaşam tarzı olanlar, aağlıksız beslenme alışkanlıkları olanlar, yüksek tansiyon ve kolesterolü bulunanlar, 40 yaş üstü olanlar, polikistik over sendromu (kadınlarda) olanlar risk altındadır. Bu risk faktörlerini azaltmak, Tip 2 diyabetin ortaya çıkışını büyük ölçüde önleyebilir.

Diyabet Tedavisi ve Sağlık Yönetimi
Tedavinin temel amacı, kan şekeri seviyesini sağlıklı aralıkta tutmaktır. Bu amaçla:
Beslenme Düzeni: Tam tahıllar, sebzeler, sağlıklı yağlar ve protein ağırlıklı bir diyet
Egzersiz: Haftada en az 150 dakika yürüyüş veya spor yapmak
İlaçlar ve İnsülin Tedavisi: Doktor kontrolünde düzenli kullanım
Kan Şekeri Takibi: Evde ölçüm cihazlarıyla düzenli kontrol, yapılmalıdır.

Ayrıca düzenli göz, böbrek ve damar sağlığı kontrolleri, olası komplikasyonların önüne geçmek için hayati önem taşımaktadır. 

Diyabetin Olası Komplikasyonları ve Onunla Yaşamak
Kan şekeri uzun süre yüksek seyrederse bazı ciddi sağlık sorunları gelişebilir. Kalp ve damar hastalıkları, böbrek yetmezliği, görme kaybı ve retinopati, ayak yaraları ve amputasyon riski, sinir hasarı (nöropati) ve inme (felç) gibi sağlık riskleri oluşabilir.Diyabet yönetimi ihmal edildiğinde yaşam kalitesini büyük ölçüde düşürebilir. Ancak bilinçli yaşam tarzı değişiklikleri tüm bu riskleri azaltır.

Diyabetle yaşamak elbetteki mümkündür. Diyabet teşhisi hayatın sona erdiği anlamına gelmez. Aksine, düzenli fiziksel aktivitelerde bulunmak, sağlıklı beslenme alışkanlıkları edinmek, stres yönetimini sağlamak, yeterli ve kaliteli uyku uyumak ve destekleyici sosyal çevre edinmek gibi faktörler, diyabetle yaşamı daha rahat ve sağlıklı hale getirir. Psikolojik destek de motivasyonun korunmasında büyük rol oynar.

Diyabet, günümüzde çok yaygın ancak doğru yönetildiğinde kontrol altına alınabilir bir hastalıktır. En büyük silah ise farkındalıktır. Düzenli sağlık kontrolleri yapmak, risk faktörlerini azaltmak ve sağlıklı bir yaşam tarzını benimsemek, hem bugünümüzü hem de geleceğimizi korumanın en güçlü yoludur. Unutulmamalıdır ki; küçük değişiklikler büyük fark yaratır ve sağlığı korumak, hastalıkla mücadele etmekten daha kolaydır.



Uyku Bozuklukları

Uyku; gün içinde defalarca kendimize söz verdiğimiz o kısa mola. Bedenimizin yenilenmek, zihnimizin toparlanmak için ihtiyaç duyduğu en doğal iyileşme süreci. Ancak modern hayatın temposu arttıkça, uyku hem kısalan hem de kalitesi bozulan bir alışkanlığa dönüşüyor. Bu noktada devreye uyku bozuklukları giriyor. Uyku bozuklukları yalnızca geceleri yatağımızda saatlerce dönmek değil; aynı zamanda gün içinde enerjimizi, ruh halimizi ve uzun vadede sağlığımızı tüketen bir sağlık problemidir.

Uyku bozukluğu; uyku düzeninin, süresinin ya da kalitesinin sürekli bozulması durumudur. Sadece az uyumak değil, dinlenmeden uyanmak, gün içinde uykulu hissetmek ve uykuya geçişin zorlaşması da uyku bozukluğu belirtisidir.

En Yaygın Uyku Bozuklukları ve Belirtileri
Her uyku sorunu aynı değildir, farklı nedenlere ve sonuçlara sahiptir. Kısa şöyle tanımlayabiliriz;
İnsomnia; uykusuzluk, uyuyamamak ya da uykuyu sürdürememek
Uyku Apnesi; solunumun durması, sık uyanma, yüksek sesli horlama
Hipersomnia; gün boyunca aşırı uyku hali
Huzursuz Bacak Sendromu; bacaklarda rahatsızlık nedeniyle sürekli hareket isteği
Sirkadiyen Ritim Bozuklukları; biyolojik saat ile yaşam düzeninin çakışması 
Bu bozukluklar yalnızca uykuyu değil, tüm günlük işlevselliği etkiler.
Belirtilerini şöyle sıralayabiliriz; uykuya dalmakta zorlanma, gece sık sık uyanma, sabahları yorgun uyanma. gün içinde odaklanma güçlüğü, iştah artışı veya azalışı, unutkanlık, öfke patlamaları, kaygı, iddetli horlama ve nefes kesilmeleri başlıca belirtileridir.
Bu belirtiler birkaç gün değil haftalarca sürüyorsa, profesyonel tıbbi destek gereklidir.

Uyku Bozukluğu Neden Olur?
Uyku bozukluklarının arkasında pek çok şey yatabilir, bunları örneklemek gerekirse; yoğun stres ve kaygı, depresyon ve ruhsal sorunlar, ekran maruziyeti (özellikle yatmadan önce), hareketsiz yaşam, düzensiz beslenme. kafein ve alkol tüketimi, tiroid, diyabet gibi kronik hastalıklar, fazla kilo ve solunum sorunları, vardiyalı çalışma sistemleri sayılabilir. 

Uyku Bozukluğu Tedavi Edilmezse Ne Olur?
Uyku bozukluğu bir sonuçtur ve nedenini bulmak tedavinin ilk adımıdır. Ancak uzun süreli uyku problemleri bazı olumsuz sonuçlar doğurabilir. Bunlar; kalp-damar hastalıkları, diyabet ve kilo artışı, bağışıklık sisteminde zayıflama, bellek ve odaklanma sorunları, anksiyete ve depresyon riskinde artış gibi ciddi sonuçlara yol açabilir.

Kötü uyku, kötü yaşam kalitesini doğurur. Daha iyi uyku için basit ama etkili ipuçlarını uygulamak sağlıklı olacaktır. Uyku, alışkanlıklarla iyileşir.

Her gün aynı saatte yatıp kalkmak, biyolojik saati düzenler. Yatmadan 1 saat önce ekranları kapatmak, melatonini serbest bırakır. Akşamları ağır yemek ve kafeini azaltmak, sindirim ve uykuyu kolaylaştırır. Düzenli egzersiz yapmak, uykuya geçişi hızlandırır. Yatak odasının karanlık, sessiz ve serin tutulması, derin uyku süresini artırır. Zihni rahatlatacak rutinlerin oluşturulması, kaygıyı azaltır. 

Sonuç olarak, uykunuzu önemsediğinizde hayatınız da değişir. Birçok kişi uykusuzluğu küçümser ama uyku, bedenimizin gizli tamir atölyesidir. Uyku bozukluklarını görmezden gelmek, uzun vadede sağlığın düşmanı olabilir. İyi uyku bir lüks değil, temel bir ihtiyaçtır. 



Yüksek Tansiyon (Hipertansiyon)

Tansiyon Yüksekliği: Sessiz Ama Tehlikeli Bir Sağlık Alarmı

Günümüzde kalp-damar hastalıkları arasında ilk sıralarda yer alan yüksek tansiyon yani hipertansiyon, çoğu zaman belirti göstermeyen bir sessiz düşman olarak tanımlanır. Doğru yönetilmezse kalp krizi, inme, böbrek yetmezliği gibi ciddi komplikasyonlara yol açabilir.

Tansiyon Nedir?
Kan basıncı yani halk arasındaki adıyla tansiyon, kalbin pompalanan kanı damarlar içinden gönderirken damar duvarlarına uyguladığı basınçtır. Bu basınç:
Sistolik basınç: Kalp kasıldığında ölçülen en yüksek değer
Diyastolik basınç: Kalp gevşerken ölçülen en düşük değer olarak karşımıza çıkmaktadır. 

Normal bir tansiyon değeri genellikle 120/80 mmHg olarak kabul edilir. Ancak sağlıklı değer herkes için farklı olabilir.

Yüksek Tansiyon (Hipertansiyon) ve Belirtileri Nedir?
Yüksek tansiyon, sistolik veya diyastolik değerlerin sürekli olarak normalin üzerinde seyretmesi durumudur. Eğer baskı uzun süre kontrolsüz yüksek kalırsa damar duvarları zarar görür, kalp ve diğer organlar aşırı yük altında kalır.

Hipertansiyon sıklıkla belirti vermez ,  bu yüzden "sessiz katil" olarak anılır. Ancak şu belirtiler görülebilir; baş ağrısı (özellikle sabahları), baş dönmesi, çarpıntı hissi, burun kanaması, görmede bulanıklık ve yüzde kızarma gibi belirtiler ortaya çıkabilir. Bu belirtiler ortaya çıktığında genellikle tansiyon çok yükselmiş ya da bir komplikasyon baş göstermiş olabilir. Dolayısıyla düzenli ölçüm çok önemlidir.

Kimler Risk Altındadır ve Nasıl Önlenir?
Yüksek tansiyon gelişme olasılığı bazı kişilerde daha yüksektir. Örneğin; fazla kilosu ya da obezitesi olan, ailede hipertansiyon öyküsü bulunan, hareketsiz yaşam tarzı olan, aşırı tuz tüketimi yapan, sigara ve alkol kullanımı bulunan, stres ve sıkça heyecanlanma yaşayan, ileri yaşta bulunan, diyabet ya da böbrek hastalığı gibi mevcut kronik sorunları bulunanların risk altında olduğu söylenebilir. 

Bu risk faktörlerinin farkında olmak, önleme açısından büyük önem taşır. Tansiyonun kontrol altına alınması için şu adımlar hayati öneme sahiptir:
Sağlıklı beslenme: Az tuzlu, sebze-meyve ağırlıklı, işlenmiş gıdalardan uzak bir diyet
Fiziksel aktivite: Haftada en az 150 dakika orta şiddette egzersiz
Kilo kontrolü: Bel çevresi ölçümü ve vücut kitle indeksi takibi
Sigarayı bırakma ve alkolü sınırlama
Stres yönetimi: Düzenli uyku, meditasyon, nefes egzersizleri
Doktor kontrolü ve gerekirse ilaç kullanımı: Tansiyon yüksekliği tek başına yaşam tarzıyla çözülemezse, doktor reçetesiyle ilaç gerekebilir
Evde tansiyon izleme: Düzenli ölçümler ile değerlerin takibi

Tansiyonun Yol Açabileceği Komplikasyonlar
Uzun süre yüksek tansiyona maruz kalan damarlar ve organlar şu durumlar ile karşılaşabilir. Bunlar; kalp krizi, inme (felç), kalp yetmezliği, böbrek hasarı ya da yetmezliği, göz retina sorunları ve anevrizma'dır. Bu nedenle hipertansiyonun erken fark edilmesi ve kontrol edilmesi büyük önem taşır.

Tansiyonla Yaşam Kalitesini Koruma İpuçları
Tansiyonunuzu en az yılda bir kez mutlaka ölçtürün. Ev tipi tansiyon ölçüm cihazı alıp düzenli takip yapın (özellikle risk altında iseniz). Yüksek tansiyon teşhisi konduğunda, doktorunuzla birlikte özelleştirilmiş bir izleme planı oluşturun. Gün içinde tuz şokları yaşamamak için yemeklerin yanına ekstra tuz koymayı bırakın. Fiziksel aktiviteyi bir rutin haline getirin, sabah yürüyüşleri, haftada 1-2 kez yüzme ya da bisiklet sürüşleri. Uyku düzenine önem verin, kronik uykusuzluk tansiyonu olumsuz etkiler. Stresinizi göz ardı etmeyin, nefes egzersizleri, kısa meditasyonlar, doğa yürüyüşleri sessiz tansiyon yükselmelerini önlemede yardımcı olabilir.

Sonuç olarak, yüksek tansiyon, yaygın fakat ihmal edilmemesi gereken bir sağlık sorunudur. En iyi tedavi; düzenli ölçüm, bilinçli yaşam tarzı, risk faktörlerini bilme ve gerekirse zamanında tıbbi destek almaktır. Sağlıklı yaşam, sadece hastalık olmaması değil; aktif, bilinçli ve dengeli bir hayat sürdürmek demektir.



Alzheimer: Unutmanın Ötesinde Bir Yolculuk

Zamanla unutkanlık, yaşlanmanın doğal bir parçası gibi görülür. Oysa bazen, bu unutkanlığın ardında Alzheimer hastalığı adı verilen sessiz bir dönüşüm vardır sadece hafızayı değil, kimliği de yavaşça silen bir süreç.

Alzheimer Nedir?

Alzheimer, beyin hücrelerinin zamanla hasar görmesi ve yok olması sonucu ortaya çıkan ilerleyici bir nörolojik hastalıktır. Bu süreç, beynin bilgi işleme, hatırlama ve karar verme bölgelerini etkiler. En sık görüldüğü dönem 65 yaş ve sonrasıdır, ancak erken başlangıçlı Alzheimer vakaları da mevcuttur.

  • Belirtiler
• Yakın geçmişte yaşanan olayları sık unutma
• Günlük işleri yaparken zorlanma (örneğin yemek tarifini karıştırma)
• Kelime bulmada zorluk
• Zaman ve yer kavramında karışıklık
• Ruh hâli değişiklikleri ve sosyal geri çekilme

  • Nedenleri
Alzheimer’ın kesin nedeni hâlâ tam olarak bilinmiyor. Ancak genetik yatkınlık, yaş, beyin travmaları ve yaşam tarzı faktörleri (hareketsizlik, dengesiz beslenme, stres) riskleri artırıyor.

  • Korunma ve Erken Teşhis
Erken fark edilen Alzheimer, hastanın yaşam kalitesini uzun süre koruyabilir.

• Beyin egzersizleri: Bulmaca çözmek, yeni bir dil öğrenmek, müzikle uğraşmak.
• Fiziksel aktivite: Günde 30 dakikalık yürüyüş bile beyin sağlığını destekler.
• Sağlıklı beslenme: Akdeniz tipi beslenme, Omega-3, E vitamini ve antioksidanlar koruyucu etki gösterir.
• Sosyal yaşam: İnsan ilişkileri beynin canlı kalmasını sağlar.

Alzheimer sadece bir hastalık değil, hem birey hem de yakınları için bir zaman sınavıdır. Hatırlamak, sadece geçmişi değil; kim olduğumuzu da korumaktır. Bu yüzden erken farkındalık, sevgi ve sabır, en güçlü tedavi biçimlerindendir.



Akciğer Kanseri: Sessiz Nefesin Ardındaki Gerçek

Nefes almak hayatın en fark edilmeyen mucizesidir. Ama bazen o nefes, fark ettirmeden daralmaya başlar. Akciğer kanseri, çoğu zaman sessiz başlar; öksürüğün, yorgunluğun ya da nefes darlığının ardında gizlenir. Fark edildiğinde çoğu zaman çoktan ilerlemiştir.

Akciğer Kanseri Nedir?

Akciğer kanseri, akciğer dokusundaki hücrelerin kontrolsüz şekilde çoğalmasıyla oluşur. Zamanla bu hücreler tümör oluşturur ve çevre dokulara, hatta diğer organlara yayılabilir (metastaz). Dünyada kansere bağlı ölümlerin en yaygın nedeni akciğer kanseridir.

Belirtiler Nelerdir?

Erken dönemde genellikle belirti vermez. Ancak dikkat edilmesi gereken bazı sinyaller vardır:
• Uzun süren (2 haftadan fazla) öksürük
• Nefes darlığı, göğüs ağrısı
• Kan tükürme
• Ses kısıklığı
• İştahsızlık, açıklanamayan kilo kaybı
• Sürekli yorgunluk

Bu belirtiler, özellikle sigara içen ya da uzun süre sigara dumanına maruz kalan kişilerde ciddiye alınmalıdır.

En Büyük Risk Faktörü: Sigara

Akciğer kanserlerinin %85’inden fazlası tütün ürünleriyle ilişkilidir. Sadece aktif içicilik değil, pasif içicilik (duman altında kalmak) da ciddi risk taşır. Sigara bırakıldıktan sonra bile vücut yavaş yavaş kendini onarmaya başlar, 10 yıl sonra akciğer kanseri riski yarıya iner.

Diğer Risk Faktörleri;

• Genetik yatkınlık
• Radyasyon ve asbest maruziyeti
• Hava kirliliği
• Zayıf bağışıklık sistemi
• Uzun süreli akciğer hastalıkları (KOAH, bronşit vb.)

Korunma ve Erken Tanı

• Sigara ve tütün ürünlerinden uzak dur.
• Düzenli sağlık kontrolleri yaptır: Düşük dozlu tomografi, yüksek risk grubunda erken tanı sağlayabilir.
• Temiz hava ve hareket: Akciğer kapasitesini artırır, oksijen dolaşımını güçlendirir.
• Bağışıklığı güçlendir: C vitamini, antioksidanlar, yeşil sebzeler akciğer dokusunu destekler.

Akciğer kanseri, belirti verene kadar geç kalınan bir hastalık olarak bilinir. Ama erken teşhisle tedavi şansı yüksektir, farkındalık en büyük koruyucudur. Nefes alabiliyorsan, hala umut var. O umudu kaybetmemek için bugün fark et, bugün değiştir.



İkinci Beynimiz: Bağırsaklar, Ruh Halimizi Nasıl Yönetir?

Yorgunluk, anksiyete, odaklanma sorunları, uykusuzluk…Pek çok insan bu sorunların zihinsel olduğunu düşünür. Oysa son yıllarda yapılan araştırmalar, bunların büyük kısmının bağırsak sağlığıyla doğrudan ilişkili olabileceğini gösteriyor. Evet, bağırsaklarımız sadece sindirim organı değil, adeta ikinci bir beyin.

Beyinle Bağırsak Arasındaki Gizli Hat

Vücudumuzda “vagus siniri” adında bir iletişim hattı vardır. Bu sinir, beynimizle bağırsaklarımız arasında sürekli veri alışverişi yapar. Yani beynimiz ne hissederse bağırsaklarımız da tepki verir ve tam tersi. Kaygılı olduğumuzda midemizin kasılması, korktuğumuzda bağırsaklarımızın hareketlenmesi tesadüf değildir. Bilim insanları bu iletişim ağını “mikrobiyota–beyin ekseni” olarak adlandırıyor. Bağırsaklarımızda yaşayan trilyonlarca bakteri, nörotransmitter üretimi (serotonin, dopamin gibi) üzerinde etkili. Yani mutluluk hormonu dediğimiz serotoninin %90’ı bağırsaklarda üretiliyor.

Dengesiz Bağırsaklar = Dengesiz Ruh Hali

Bağırsak florası bozulduğunda (örneğin işlenmiş gıdalar, antibiyotikler, stres, yetersiz uyku nedeniyle), bu mikro denge kaybolur. Bunun sonucunda; kronik yorgunluk, şişkinlik, hazımsızlık, anksiyete, depresif ruh hali, konsantrasyon zayıflığı gibi semptomlar görülebilir.

Peki Ne Yapmalı?

1. Gerçek gıdalar tüketilmelidir;
Hazır yiyecekler, bağırsak dostu bakterileri öldürür.Sebzeler, tam tahıllar, zeytinyağı ve fermente gıdalar (yoğurt, kefir, turşu) mikrobiyotayı güçlendirir.

2. Şeker azaltılmalıdır;
Rafine şeker, zararlı bakterileri besler. Doğal meyve şekeri bile ölçülü olmalıdır.

3. Lif dostunuzdur;
Lifli gıdalar (yulaf, keten tohumu, baklagiller) yararlı bakterilerin enerji kaynağıdır.

4. Stres iyi yönetilmelidir;
Unutma: stres bağırsak hareketlerini ve mikrobiyota dengesini bozar. Yoga, nefes egzersizleri veya doğada vakit geçirmek bile fark yaratır.

5. Antibiyotiklere dikkat edilmelidir;
Zorunlu olmadıkça kullanmamak gerekir çünkü bağırsak florasını tamamen sıfırlayabilir.

Artık biliyoruz ki, içimizdeki denge, sadece bir metafor değil, biyolojik bir gerçektir. Sağlıklı bir bağırsak sistemi, berrak bir zihin, güçlü bir bağışıklık ve dengeli bir ruh hali demektir. Gerçek mutluluk bazen zihinde değil, midede başlar.