Zamanın Üzerine Dikiş: Cemil İpekçi Türkiye’nin Müzelerini Giydirseydi
Türkiye’nin müzeleri, geçmişin sessiz tanıklarıdır. Her biri bir dönemin rengini, inancını, duygusunu taşımaktadır. Peki ya o müzeler birer insan olsaydı ,onlara kıyafet dikilseydi ve bu görevi Cemil İpekçi üstlenseydi? Muhtemelen ortaya yalnızca kostüm değil, bir kimlik tasarımı çıkardı.
Toprağın Dikişi: Anadolu Medeniyetleri Müzesi : Cemil İpekçi, Anadolu kültürüne duyduğu derin saygıyla tanınır. Bu müze için muhtemelen toprak tonlarında, el işçiliği yüksek, işlemeli bir kumaş seçerdi. Kıyafetin formu sade ama anlamı zengin olurdu. Hitit kabartmalarındaki spiral desenler, Selçuklu geometrisiyle birleşirdi. İpekçi burada “Anadolu kadimdir, ama asla eskimez” derdi. Kumaşın yüzeyinde zamanın izi olurdu, tıpkı o müzedeki taşların üzerinde olduğu gibi.
Sessiz Asalet: Dolmabahçe Sarayı Müzesi: Dolmabahçe, Osmanlı’nın batılılaşma yüzüdür. Cemil İpekçi bu müze için muhtemelen ölçülü bir ihtişamla, danteller ve kristal parlaklıklar ile zarif bir empire elbise hayal ederdi. Altın rengiyle bej arasındaki yumuşak geçişler, tıpkı sarayın ışığında dans eden avizeler gibi olurdu. Kıyafetin her detayı “saray değil, zarafet” derdi. Belki bir broşta Mustafa Kemal’in ince silueti bile gizli olurdu; geçmişle bugünün birleştiği bir zarafet noktası.
Asi Ruh: İstanbul Modern: İpekçi, İstanbul Modern’e geldiğinde bambaşka bir dil kullanırdı. Burada kumaş yerine belki metal detaylar, asimetrik kesimler ya da ışıkla oynayan materyalleri tercih ederdi. Çünkü bu müze yaşayan bir şehir gibidir. Gürültülü, cesur ve kendini ifade eden. Kıyafet, Türkiye’nin gençliğine, yaratıcılığına ve dönüşüm gücüne selam olurdu. Gelenekten kaçmadan modernleşmek; işte Cemil İpekçi’nin yıllardır anlattığı hikaye bu değil mi?
Efsanevi Zarafet: Topkapı Sarayı Müzesi: Topkapı Sarayı için Cemil İpekçi muhtemelen bir imparatorluk kıyafeti yaratırdı ama klasik bir kaftan değil, geçmişin dokusunu bugünün formuna taşıyan bir yorum. Belki mor ipek, altın işlemeli kadife, içten yanan yakut tonları… Ancak en önemlisi, gösteriş değil, ruh olurdu. O kıyafet, sultanlara değil; tarih bilincine dikilirdi. Çünkü İpekçi için moda her zaman bir kimlik onarımı olmuştur.
Sessiz Derinlik: Rahmi Koç Müzesi: Endüstri ve mühendisliğin öyküsünü anlatan bu müzeye, İpekçi büyük olasılıkla kumaş yerine deri, keten ve metal aksesuarlarla yaklaşırdı. Kıyafet hem erkeksi hem zamansız olurdu, makine estetiğiyle insan emeğini buluştururdu. Bu tasarım, emeğin de bir sanat olduğunu hatırlatırdı.
Cemil İpekçi, Türkiye’nin müzelerini giydirseydi, o kıyafetler kumaştan çok duygudan yapılırdı. Her biri bir çağın, bir kimliğin, bir ruhun temsili olurdu. Çünkü onun modasında en önemli dikiş, kültürle insan arasında atılmaktadır. Moda, tarih gibi, doğru okunduğunda kim olduğumuzu hatırlatır. Muhtemelen Cemil İpekçi’nin kalemi iğne, müzeler ise kumaş olurdu.