Karadeniz’in yüksek yaylalarından birinde, dağların ardında saklı bir yerleşim var: Sadak Köyü yakınlarında yer alan Satala Antik Kenti. Bu kent, yalnızca taş ve harçtan ibaret değil; aynı zamanda imparatorlukların sınırındaki insan öykülerinin, askeri stratejilerin ve zamanın yükünü taşıyan sessiz duvarların kesiştiği bir mekan.
Bir Lejyon Kampından Sınır Kenti’ne
Yeniden Keşif Zamanı
Taşlar Ne Anlatıyor?
Savunma için yapılmış sur duvarlarının izleri hala okunabiliyor; toprak altında birçok bölüm hala keşfedilmeyi bekliyor.
Günlük yaşamdan izler var: pişmiş toprak kaplar, yüzük taşları, sikkeler; bir zamanlar burada yaşayan insanların ellerine, zihinlerine dair sessiz tanıklar
Kent yalnızca askeri bir üs değilmiş gibi duruyor; yollar, su sistemleri, yerleşim düzeniyle bir topluluk havası taşıyor.
En çok etkileyici bulgulardan biri Geç Tunç Çağı’na kadar inebilen bir mezar ve mezar eşyaları. Bu, Satala’nın yalnızca Roma dönemine ait bir saha olmadığını, çok daha eski bir yerleşim katmanına sahip olduğunu gösteriyor
Neden Gidilmeli?
Görülmemiş bir keşif alanı: Kalabalıktan uzak, hala pek el değmemiş bir antik kent. Ziyaretçi olarak “ilk adımı atanlardan” olma şansı var.
Zamanın katmanlarını hissedebilme: Antik yollar, su kemerleri ve sur kalıntıları arasında yürümek; geçmişle doğrudan temas kurmak gibi.
İçerik açısından zengin: Jeopolitik konumu, askeri altyapısı, günlük yaşam izleriyle sosyal tarih içerikleri üretmek için mükemmel. Platformun için gençlere keşif öyküleri, yetişkinlere ise strateji-tarih yazıları hazırlayabilir.
“Bir imparatorluk sınırında duran taşlar, hâlâ bölgedeki insanlara ne hatırlatır”