İnsan İnsan Şarkısının; Psikolojik, Sosyolojik ve Felsefi Olarak Anlattıkları [ 07 Aralık 2025 ]


İnsan İnsan Şarkısının; Psikolojik, Sosyolojik ve Felsefi Olarak Anlattıkları

İnsan İnsan: Müziğin Altındaki Saklı Soru

“İnsan İnsan” sadece bir şarkı değildir; sözlerin, seslerin ve duygunun iç içe geçtiği, insan varoluşunun çıplak sorularını müzikal bir duvara yazan bir manifestodur. Fazıl Say’ın piyanosu, Güvenç Dağüstün’ün sesi, Serenad Bağcan’ın yorumu, tınıların altındaki metinde ise Aşık Veysel’in insanı iliklerine kadar tanıyan dizeleri vardır; bu üç katman birleştiğinde ortaya hem psikolojik hem sosyolojik hem de felsefi açıdan okunabilecek bir eser çıkar.

Psikolojik açıdan: İnsanın kendine bakma cesareti

Bu şarkı, insan ruhunun karanlık odalarından kaçmak yerine, oraya bir mum yakıp içeri girmeyi önerir. “İnsan nedir?” sorusu aslında “Ben neyim?” demektir; kişi kendini anlamaya çalışırken, korkularıyla, gölgeleriyle, hırslarıyla ve günahlarıyla yüzleşmek zorunda kalır. Şarkı bunu dramatize etmez, aksine yalın bir kabulle söyler:

“İnsan insan derler idi,
İnsan nedir şimdi bildim.”

Bu dizelerde, psikolojide öz-farkındalık denen şey vardır; insan, kendi karanlığını da tanır, aydınlığını da, çünkü ikisi birbirinden ayrılmaz. Müzikteki ritim, sözlerin ağırlığına rağmen hafif titreşir; tıpkı bir insanın iç dünyasında aynı anda hem ağırlık hem umut taşıması gibi. Dinleyen, kendi iç köşesine döner ve fark eder: İnsan sadece iyilikten ibaret değildir, kötülükten de ibaret değildir; insan ikisinin arasında bir köprüdür.

Sosyolojik açıdan: Toplum aynası

Şarkı, bireyi anlatırken aslında toplumu da anlatır. İnsan, tek başına bir varlık değildir; kültürden, gelenekten, aileden, coğrafyadan ve tarihten şekillenir. Her dize, Anadolu insanının yumuşak ama ağır yükünü taşır; yoksulluk, onur, sabır, kabulleniş, derin bir dayanıklılık. Bu temalar folklorik değil, kolektif bilinçtir. Şarkı söylenirken, dinleyen kendini yalnız hissetmez; çünkü sözlerin içinde bir toplum vardır. Bu toplum ne kusursuzdur ne de çökmüştür; o toplum “insan” gibidir; eksik ama diridir. Fazıl Say’ın bestesi modern bir dünya estetiği sunarken, sözler bizi köy odasına, toprak yola, soba kokusuna, çamurun içinden yükselen insana götürür. Bu karşıtlık, tam da sosyolojiyi besleyen şeydir: İnsan modernleşir ama özü değişmez; toplum büyür ama duygular aynıdır.

Felsefi açıdan: Varlık, değeri nereden alır?

Felsefi derinlik, en basit dizelerde saklıdır. Şarkı bize şunu sordurur: “İnsanın değeri nereden gelir?” 

Yaptıklarından mı? Sahip olduklarından mı? Dış görünüşünden mi? İsimlerinden, unvanlarından mı? Aşık Veysel’in dili çok daha çıplaktır: Bir insanı insan yapan şey insan gibi davranabilmesidir.

Bu, klasik felsefedeki öz – biçim ayrımı ile örtüşür. İnsan görünüşü değil, davranışıyla insandır. Şarkı dinlendikçe şu fark edilir; İnsan, başka bir insana zarar verdiğinde kendi içinden eksilir; sevdiğinde ise çoğalır.  İnsanın yeryüzündeki görevi belki de budur; kendi varlığını başkalarıyla ilişki içinde anlamlandırmak. Müzik, bu düşünceyi büyütür; piyanonun tınısı kimi yerde sertleşir, kimi yerde yumuşar ama hiçbir zaman tamamen kaybolmaz. Bu, varoluşun sesidir; inişler, çıkışlar, yanılgılar, aydınlanmalar. Ne tamamen trajedi ne de tamamen huzurdur; tıpkı insanın kendisi gibi.

Sonuç olarak, insan insana ayna olur. “İnsan İnsan”, dinleyene sadece güzel bir melodi sunmaz, dinleyenin içine bir soru bırakır. Bu soru küçücük görünür ama ağırlığı büyüktür: Ben nasıl bir insanım? Belki de bütün müzik, bütün sanat, bütün felsefe buraya çıkar. İnsan, kendini anlamak için dairler çizer, şarkılar söyler, sazı eline alır, piyano tuşlarına basar, ama sonunda hep aynı yere gelir: “İnsan insanın aynasıdır.” İşte tamda bu şarkı bize bunu hissettirir: Birbirimize bakarken, aslında kendimize bakarız.