Balat’ın arka sokakları, haritalarda yalnızca dar geçitler ve eski evlerin sıralandığı bir mahalle dokusu gibi görünse de, gerçekte yüzyıllar boyunca birbirini izleyen inanç sistemlerinin, korkuların, duaların, ritüellerin ve sessiz kabullenişlerin aynı mekansal hafızaya üst üste işlendiği nadir alanlardan biri olarak İstanbul’un görünmeyen yüzünü oluşturur; çünkü burada hiçbir inanç tamamen silinmemiş, yalnızca bir sonrakinin altına gömülmüş, sesini kısmış ama izini kaybetmemiştir. Balat’ta bazı sokaklara girildiğinde hissedilen o tanımsız ağırlık ya da tuhaf dinginlik, fiziksel koşullarla açıklanamayacak kadar süreklidir; bu his, bir dönem sinagogdan yükselen fısıltıların, başka bir dönemde kilise çanlarının, daha sonra cami avlularında yapılan sessiz yakarışların aynı taşlara, aynı duvarlara, aynı kapı eşiklerine sinmiş olmasından kaynaklanır ve bu yüzden Balat’ta mekanlar yalnızca görülmez, hissedilir.
Bu semtin arka sokaklarında yürürken bazı evlerin neden “bakıyormuş gibi” durduğu, neden bazı kapıların önünde durup istemsizce yavaşladığımız sorusu, mimariden çok bilinç katmanlarıyla ilgilidir; çünkü bu evlerin çoğu, farklı dönemlerde farklı inançlara mensup insanlar tarafından yalnızca yaşamak için değil, korunmak, saklanmak, dua etmek ya da beklemek için kullanılmış, bu da mekanların nötr kalmasını imkansız hale getirmiştir. Balat’ta kutsal olan hiçbir zaman tek bir sembole ait olmamıştır; bir sokakta mezuzanın izleri varken, birkaç adım ötede haç işaretinin silinmiş gölgesi, biraz ileride ise İslami niyet anlayışının bıraktığı sessiz düzen hissedilir ve bu iç içe'lik, bölgede yaşayan ya da yolu buraya düşen insanların ruh halinde açıklanamayan bir “tanıdıklık” duygusu yaratır, sanki insan buraya ilk kez gelmiyormuş gibi.
Özellikle arka sokaklarda yer alan eski merdivenler, avlular ve dar geçitler, ritüel alanlar olarak bilinçli şekilde seçilmiş gibidir; çünkü bu noktalar, sesin dağıldığı, kalabalığın bölündüğü ve insanın kendi iç sesiyle baş başa kaldığı alanlardır ve tarih boyunca dua edenlerin, niyet bırakanların ya da yalnızca içinden konuşanların tercih ettiği yerler olmuştur. Balat’ın mistik gücü, dramatik bir görkemden değil, sessiz bir birikimden beslenir; burada ne yüksek kuleler ne de anıtsal yapılar vardır, ama tam da bu yüzden her şey daha yoğundur, çünkü görünür olan değil, bastırılmış olan çalışır ve sokakların bazı saatlerde daha ağır, bazı saatlerde daha ferah hissedilmesi, bu bastırılmış katmanların zamanla açılıp kapanmasıyla ilişkilendirilir.
Bu semtte inançlar birbiriyle savaşmamış, aksine aynı mekanda üst üste yaşayarak birbirine benzemiştir; bu yüzden Balat’ta hissedilen enerji ne tam olarak neşelidir ne de karanlık, daha çok “taşınmış”, “katlanmış” ve “kabullenilmiş” bir hal taşır ve bu hal, insanın kendi iç geçmişiyle beklenmedik bir bağ kurmasına neden olur. Belki de Balat’ın arka sokaklarını bu kadar etkileyici yapan şey, burada kutsal olanın bir bina ya da isim değil, hatırlama hali olmasıdır; çünkü bu sokaklar, insanın inançtan bağımsız olarak aynı soruları sorduğu, aynı korkuları yaşadığı ve aynı umudu taşıdığı bir zaman döngüsünü sessizce muhafaza eder. Balat’ta yürürken durup etrafa bakma ihtiyacı hissetmemizin nedeni de budur; sokak bizden bir şey anlatmamızı değil, bir şey hatırlamamızı ister.