Anadolu’nun Hala Yerini Saklayan Şehri [ 16 Aralık 2025 ]


Anadolu’nun Hala Yerini Saklayan Şehri


Tarhuntassa, Hitit tarihinin yalnızca bir coğrafi muamması değil, aynı zamanda gücün, merkez olmanın ve tarihin nasıl sessizce yer değiştirebildiğinin somut bir örneğidir; çünkü bir dönem imparatorluğun resmî başkenti olarak anılan bu şehir, bugün ne tam olarak bulunabilmiş ne de kesin sınırlarıyla haritaya yerleştirilebilmiştir ve bu belirsizlik, onu Anadolu’nun en esrarengiz arkeolojik bilmecelerinden biri haline getirir.
Hitit İmparatorluğu denildiğinde akla ilk gelen merkez Hattuşa olsa da, MÖ 13. yüzyılda Kral Muwatalli II, siyasi ve askeri nedenlerle başkenti Hattuşa’dan güneye taşıyarak Tarhuntassa’yı imparatorluğun yeni merkezi ilan etmiştir; bu karar, basit bir idari değişiklikten çok daha fazlasını ifade eder, çünkü başkent taşımak, Hitit geleneğinde tanrısal düzenin ve siyasi meşruiyetin yeniden tanımlanması anlamına gelmektedir.

Tarhuntassa’nın adı, Hititlerin fırtına tanrısı Tarhun(t) ile doğrudan ilişkilidir ve bu bile tek başına, kentin yalnızca stratejik değil, dinsel ve kozmik bir merkez olarak kurgulandığını düşündürür; Hititlerde şehirler rastgele kurulmaz, tanrıların iradesiyle şekillenir ve bir başkent, gökyüzü ile yeryüzü arasındaki bağın kurulduğu kutsal bir düğüm noktası olarak görülürdü. Ancak Tarhuntassa’yı asıl gizemli kılan şey, bu kadar önemli bir başkent olmasına rağmen yerinin kesin olarak tespit edilememiş olmasıdır; yazılı tabletler, mühürler ve kral fermanları Tarhuntassa’dan açıkça söz ederken, arkeolojik veriler bu kentin nerede olduğuna dair yalnızca ihtimaller sunar ve bu ihtimaller, günümüz Türkiye’sinde Konya Ovası, Karaman, Ereğli, hatta Torosların eteklerine kadar uzanan geniş bir alanı kapsar.

Bazı araştırmacılar, Tarhuntassa’nın Konya Ovası gibi geniş ve tarıma elverişli bir bölgede kurulmuş olabileceğini savunurken, bazıları da kentin bilinçli olarak dağlık ve korunaklı bir alana yerleştirildiğini, böylece hem iç isyanlara hem de dış tehditlere karşı daha güvenli bir merkez oluşturulduğunu ileri sürer; bu görüş ayrılığı bile Tarhuntassa’nın sıradan bir şehir değil, bilinçli olarak gizlenmiş ya da zamanla silinmiş bir merkez olabileceği ihtimalini güçlendirir. Hitit İmparatorluğu’nun çöküşüyle birlikte Tarhuntassa’nın da tarih sahnesinden ani bir sessizlikle çekilmesi, bu gizemi daha da derinleştirir; şehir ne büyük bir yıkım tabakasıyla ne de dramatik bir felaket iziyle anılır, adeta görevini tamamladıktan sonra tarihsel hafızadan çekilmiş gibidir ve bu durum, bazı tarihçilerin Tarhuntassa’nın bilinçli olarak terk edildiği, hatta kutsal statüsü nedeniyle kapatıldığı yönünde yorumlar yapmasına neden olur.

Bugün Tarhuntassa, arkeoloji dünyasında yalnızca “kayıp bir şehir” değil, aynı zamanda Hititlerin merkeziyet, kutsallık ve iktidar anlayışını yeniden okumamıza zorlayan bir anahtar kavram olarak görülür; çünkü bu şehir bulunduğu an, yalnızca bir yerleşim yeri keşfedilmiş olmayacak, aynı zamanda Hitit tarihinin geç dönemi, imparatorluğun iç gerilimleri ve tanrısal meşruiyet anlayışı da yeniden yazılacaktır. Belki de Tarhuntassa’nın asıl sırrı, hala toprağın altında saklı olmasında değil, bize şunu hatırlatmasındadır: Tarih, her zaman en büyük şehirleri ayakta bırakmaz; bazı merkezleri ise bilinçli bir suskunluğa emanet eder ve onları yalnızca sabırla, doğru sorularla ve acele etmeden arayanlara açar.