Aile içinde yaşanan şiddet, yalnızca o anki fiziksel ya da psikolojik zararlarla sınırlı kalmaz; çocuğun zihinsel, duygusal ve sosyal gelişimini derinden ve uzun vadeli biçimde etkileyen, çoğu zaman yetişkinlikte bile izleri silinmeyen bir gelişimsel travma alanı oluşturur ve bu etki, şiddetin çocuğa doğrudan uygulanıp uygulanmamasından bağımsız olarak ortaya çıkar.
Çocuk için aile, dünyanın nasıl bir yer olduğuna dair ilk haritanın çizildiği alandır; güven, sevgi, sınırlar ve ilişkilerin dili burada öğrenilir ve şiddetin var olduğu bir ev ortamında çocuk, dünyanın öngörülemez, tehlikeli ve tehditkar bir yer olduğu mesajını erken yaşta içselleştirir, bu da beynin özellikle stresle ilişkili bölgelerinde kalıcı bir alarm hali oluşmasına neden olur.
Gelişimsel açıdan bakıldığında, şiddete maruz kalan ya da şiddete tanıklık eden çocukların sinir sistemi sürekli tetikte çalışır; bu durum dikkat, öğrenme ve hafıza süreçlerini olumsuz etkiler, çünkü beyin hayatta kalmaya odaklandığında merak etmeye, keşfetmeye ve öğrenmeye yeterli alan bulamaz ve bu çocuklar okul ortamında çoğu zaman ya aşırı içe kapanık ya da aşırı dürtüsel davranışlar sergileyebilir.
Duygusal gelişim açısından şiddet, çocuğun duygularını tanıma ve düzenleme becerisini zedeler; çocuk korku, öfke ve çaresizlik gibi yoğun duygularla baş başa kalırken, bu duyguları güvenle ifade edebileceği bir yetişkin figüründen yoksunsa, zamanla duygularını bastırmayı ya da kontrolsüz biçimde dışa vurmayı öğrenir ve bu durum ilerleyen yaşlarda kaygı bozuklukları, depresyon, öfke patlamaları ve düşük benlik algısı gibi sorunlara zemin hazırlar. Şiddetin en görünmez ama en yıkıcı etkilerinden biri de bağlanma üzerindedir; çocuk, bakım veren kişinin aynı zamanda korku kaynağı olduğu bir ortamda büyüdüğünde, güvenli bağlanma geliştirmekte zorlanır ve bu da “yakınlık tehlikelidir” ya da “sevilmek için susmak gerekir” gibi bilinçdışı inançların yerleşmesine yol açar, bu inançlar ise yetişkinlikte kurulan romantik, sosyal ve ebeveynlik ilişkilerini doğrudan etkiler.
Sosyal gelişim boyutunda ise çocuk, sorun çözme ve çatışma yönetimi modellerini ailesinden öğrenir; şiddetin normalleştiği bir evde büyüyen çocuk için bağırmak, tehdit etmek ya da fiziksel güç kullanmak bir iletişim biçimi haline gelebilir ya da tam tersi şekilde çocuk, her türlü çatışmadan kaçınan, kendini ifade etmekte zorlanan bir yapıya bürünebilir ve her iki uç da sağlıklı sosyal ilişkiler kurmayı zorlaştırır.
Uzun vadede aile içi şiddetin etkileri, yalnızca çocuklukla sınırlı kalmaz; yapılan birçok psikolojik araştırma, çocuklukta şiddete maruz kalan bireylerin yetişkinlikte ruh sağlığı sorunları yaşama, riskli davranışlara yönelme, ilişkilerinde tekrar eden şiddet döngülerine girme ve ebeveyn olduklarında benzer kalıpları farkında olmadan sürdürme olasılığının arttığını göstermektedir. Ancak burada önemli olan nokta, bu etkilerin kader olmadığıdır; erken fark edilen travmalar, güvenli bir yetişkin desteği, psikolojik yardım ve çocuğun kendini güvende hissedebileceği alternatif bağlanma figürleri sayesinde büyük ölçüde onarılabilir, çünkü çocuk beyni esnektir ve doğru koşullar sağlandığında iyileşme kapasitesi yüksektir.
Sonuç olarak aile içinde şiddet, yalnızca iki yetişkin arasında yaşanan bir sorun değil, çocuğun bütün gelişimsel yapısını şekillendiren bir çevresel risk faktörüdür ve bu yüzden şiddeti “çocuğun görmediği” ya da “onu ilgilendirmeyen” bir durum olarak düşünmek, en büyük yanılgılardan biridir; çocuk görmese bile hisseder, anlamasa bile bedenine ve ruhuna kaydeder ve bu kayıt, ancak fark edilip dönüştürüldüğünde etkisini kaybetmeye başlar.