1954 yılının yaz aylarında, Tokyo Haneda Havalimanı’nda sıradan bir gün yaşanıyormuş gibi görünürken, pasaport kontrol noktasında başlayan kısa bir duraksama, modern tarihin en tuhaf anlatılarından birinin doğmasına neden oldu; çünkü karşılarında duran adam ne panik içindeydi ne de şüpheli bir hal sergiliyordu, aksine son derece sakin, kendinden emin ve bu dünyaya ait olduğunu fazlasıyla belli eden bir özgüvene sahipti. Adamın uzattığı pasaport ilk bakışta gerçekti; kağıdı, mühürleri, damgaları, hatta yıpranma izleri bile olağandı, fakat belgeyi inceleyen görevli duraksadı, çünkü pasaportun ait olduğu ülke sistemde yoktu: Taured.
Adam, bunun bir yanlışlık olamayacağını söyledi; çünkü ona göre Taured yüzyıllardır var olan, Fransa ile İspanya arasında konumlanan, kendi dili, para birimi ve diplomatik geçmişi olan bir ülkeydi, hatta harita getirilmesini istedi ve getirilen modern Avrupa haritası üzerinde tereddütsüz bir şekilde Andorra’nın bulunduğu noktayı işaret ederek “İşte burası, Taured” dedi; fakat haritada Taured yoktu ve adamın yüzündeki şaşkınlık, rol yapan birine ait değildi, aksine gerçekliğinin inkâr edilmesine maruz kalan bir insanın tepkisiydi. Daha da tuhaf olan, adamın belgelerinin sadece pasaportla sınırlı olmamasıydı; yanında bulunan ehliyet, banka evrakları ve iş bağlantılarına dair dokümanlar da aynı ülke adına düzenlenmişti ve ilk incelemelerde bu belgelerin sahte olduğuna dair net bir bulguya rastlanmamıştı, yani ortada basit bir dolandırıcılık girişiminden çok daha karmaşık bir durum vardı.
Yetkililer adamı geçici olarak havalimanına yakın bir otelde, kapısı kilitli ve pencereleri kontrollü bir odaya yerleştirdi; odanın önünde nöbet tutan güvenlik görevlileri vardı ve adamın kaçması neredeyse fiziksel olarak imkansızdı, ancak ertesi sabah odaya girildiğinde adam yoktu, pasaportu yoktu, eşyaları yoktu ve daha da sarsıcı olanı, kaçtığına dair en küçük bir iz bile yoktu; pencere kapalıydı, kapı kilitliydi ve koridordaki görevliler gece boyunca olağan dışı hiçbir hareket görmediklerini ifade etmişlerdi. Bu noktadan sonra olay ikiye bölünür: resmi kayıtlarda detaylar belirsizleşir, anlatılar parçalanır ve vaka giderek sözlü tarih ile araştırmacı metinler arasında bir gölgeye dönüşür; bazı tarihçiler olayın yıllar içinde abartıldığını, belgelerin ikinci el kaynaklara dayandığını söylerken, bazı araştırmacılar ise tam tersine, resmi anlatının bilerek sadeleştirildiğini ve rahatsız edici detayların kayıtlardan çıkarıldığını savunur.
Tauredli Adam vakasını asıl güçlü kılan şey, “gerçek mi değil mi?” sorusundan çok, ortaya koyduğu ihtimaller zinciridir; paralel evren teorileri, zaman çizgisi sapmaları, alternatif tarih senaryoları ya da basit ama ustaca kurgulanmış bir kimlik yanılsaması… Hangisi olursa olsun, bu hikayede en sarsıcı detay, adamın kendini savunma biçimidir, çünkü o ne kaçmaya çalışmış ne de durumu avantaja çevirmeye uğraşmıştır, sadece dünyasının var olduğunu anlatmaya çalışmıştır. Belki de bu yüzden Tauredli Adam hikayesi hala anlatılır; çünkü hepimizin içinde, bir gün uyandığında tanıdığı haritanın değiştiğini, bildiği gerçekliğin yerinden oynadığını fark eden o sessiz korku vardır ve bu hikaye, tam da o korkunun pasaport kontrolünden geçememiş halidir.
Kaynak: Colin Wilson ve Jan Bondeson gibi araştırmacı yazarların gizem ve tarih literatüründe aktardığı anlatılara dayanmaktadır.