Yasak Bilginin İlk İmtihanı; Harut ve Marut Anlatısı [ 23 Aralık 2025 ]


Yasak Bilginin İlk İmtihanı; Harut ve Marut Anlatısı

Harut ve Marut anlatısı, insanlığın bilgiyle ilk yüzleşmelerinden biri olarak, yalnızca gökten yere indirilen iki varlığın hikayesi değil, aynı zamanda bilginin masumiyetini kaybettiği anda neye dönüştüğünü anlatan kadim bir bilinç metni gibi okunmalıdır; çünkü bu hikaye, gücün kendisinden çok, gücü taşıyacak bilincin henüz olgunlaşmamış olmasının yarattığı kırılmayı merkezine alır ve insanın “bilmek” ile “taşımak” arasındaki farkı ne kadar geç fark ettiğini gözler önüne serer. Kadim anlatılara göre Harut ve Marut, Babil topraklarına gönderilen iki varlıktır ve onlara verilen görev, insanlara sihrin, yani maddenin ve niyetin nasıl yönlendirilebileceğini öğretmek değil, aksine bu bilginin nasıl bir bedel doğurduğunu göstermek, bilginin cazibesinin insan iradesini nasıl eğip bükebileceğini görünür kılmaktır; bu yüzden öğrettikleri her şeyden önce şu uyarıyı yaparlar: “Biz ancak bir imtihanız, sakın inkar yolunu seçme,” çünkü burada asıl sınanan şey, büyünün kendisi değil, insanın onu hangi boşluğu doldurmak için kullandığıdır.

Harut ve Marut’un bilgisi, bugün “büyü” diye adlandırılan şeyin çok ötesinde, doğanın gizli düzenine, kelimenin titreşimine, niyetin yönlendirici gücüne ve sembollerin bilinç üzerindeki etkisine dair derin bir farkındalık taşır; fakat bu bilgi, insanın içindeki eksikliği onarmak yerine onu daha da görünür kıldığında, yani güç arzusunu, kıskançlığı, kontrol ihtiyacını ve başkasının kaderine müdahale etme isteğini beslediğinde, bilgi artık aydınlatan bir ışık değil, gölgeyi uzatan bir araç haline gelir. Anlatının en çarpıcı yanı, Harut ve Marut’un insanlara yalnızca nasıl etki edileceğini değil, nasıl ayrıştırılacağını öğretmiş olmalarıdır; eşleri ayıran, kalpleri soğutan, bağları koparan uygulamaların özellikle vurgulanması tesadüf değildir, çünkü kadim bilinçte en büyük yıkım, taşın ya da bedenin değil, bağın çözülmesidir ve insan, başkasının kader ipini eline aldığında, aslında kendi iç dengesini de parçalamaya başlar.

Babil’in bu hikayede seçilmiş olması da rastlantı değildir; çünkü Babil, tarih boyunca hem bilginin hem de kibrin merkezi olarak anılmış, göğe uzanan kuleleriyle insanın Tanrı’ya yaklaşma arzusunu, hatta onu aşma hayalini simgelemiş bir bilinç alanıdır ve Harut ile Marut’un tam da burada anlatıya dahil edilmesi, bilginin sınır tanımadığı noktada insanın kendisini merkeze koyma eğilimini açıkça ifşa eder. Bazı anlatılarda Harut ve Marut’un kendilerinin de insani zaaflarla sınandığı, arzunun ve dünyevî cazibenin ağırlığını taşıyamadıkları söylenir; bu versiyonlar, hikayeyi daha da derinleştirir, çünkü burada mesaj açıktır: Bilgiye sahip olmak bile, onu taşıyacak bilinç yoksa yeterli değildir ve hiçbir varlık, ne kadar yüce olursa olsun, sınanmanın dışında kalmaz; bilginin gerçek değeri, ona ulaşmakta değil, onunla ne yapılmadığında saklıdır.

Harut ve Marut anlatısı bu yönüyle bir korkutma hikayesi değil, aksine bir denge çağrısıdır; insanı bilgiden uzak tutmayı değil, bilginin önüne bilinç koymayı öğütler ve “her öğrenilen şey kullanılmak zorunda değildir” fikrini binlerce yıl öncesinden fısıldar, çünkü bazı bilgiler, uygulanmak için değil, insanın sınırlarını anlaması için vardır. Bugün Harut ve Marut anlatısına bakıldığında, modern dünyanın güçle, teknolojiyle, veriyle ve zihin üzerindeki etki araçlarıyla kurduğu ilişkiyle şaşırtıcı bir paralellik görülür; çünkü çağ değişse de sınav değişmez, yalnızca araçlar farklılaşır ve insan, eline geçen her yeni gücü önce kendini aşmak için değil, başkasını yönlendirmek için kullandığında, Babil’in gölgesi yeniden uzamaya başlar. Belki de Harut ve Marut’un asıl mirası, büyüye dair formüller değil, şu sessiz uyarıdır: Her bilgi bir anahtar değildir, bazıları yalnızca kapının önünde durup geri dönmeyi öğrenenler içindir; çünkü kapıyı açmak kadar, açmamak da bir bilinç seviyesidir.