Sessizlik çoğu zaman erdemle, olgunlukla ve hatta masumiyetle eşleştirilir; konuşmayan insanın düşünceli olduğu, az tepki verenin derin olduğu, geri çekilenin zarar vermeyeceği varsayılır ama bu varsayım, insan zihninin en tehlikeli yanılgılarından biridir çünkü sessizlik her zaman sakinlikten değil, bazen kontrolden, bazen bastırılmış güçten, bazen de sorumluluktan kaçmanın inceltilmiş bir biçiminden doğar. Sessiz insanlar bağırmaz, suçlamaz, tehdit etmez; tam da bu yüzden çevrelerinde bir güven hissi yaratırlar ama bu güven, çoğu zaman test edilmemiş bir güvenlik algısından ibarettir çünkü sessizlik, niyeti görünmez kılar ve niyetin görünmediği yerde zihin boşlukları kendi anlamlarıyla doldurur.
Psikolojik olarak bakıldığında, sessizliği tercih eden herkes aynı motivasyonla susmaz; bazıları gerçekten dinlemek için susar, bazıları kırmamak için, bazıları kendini korumak için ama bazıları da etki yaratmak, yönlendirmek ya da ortamın duygusal dengesini kendi lehine çevirmek için susar ve bu ayrım yapılmadığında, sessizlik kolayca romantize edilir. Sessizliği bir araç olarak kullanan kişiler genellikle çatışmadan kaçıyor gibi görünür ama aslında çatışmayı karşı tarafa taşırlar; netlik talep edildiğinde geri çekilirler, sınır sorulduğunda belirsizleşirler, karar anlarında susarak karşı tarafın daha fazla konuşmasına, daha fazla açıklama yapmasına ve en sonunda daha fazla taviz vermesine neden olurlar.
Bu noktada sessizlik, pasif bir hal olmaktan çıkar, aktif bir yönlendirme biçimine dönüşür; çünkü konuşmayan kişi, ortamın duygusal yükünü karşı tarafa devreder ve zamanla bu yük, “Ben mi fazla hassasım?”, “Ben mi abartıyorum?” gibi içsel sorgulamalara dönüşerek, manipülasyonun en sessiz ama en kalıcı etkisini yaratır. Sessiz insanların zararsız olduğu inancı, özellikle empatik ve duyarlı kişiler için büyük bir tuzaktır; çünkü empati, karşı tarafın suskunluğunu anlamaya çalışırken, kendi sınırlarını geri plana iter ve bu geri çekilme, zamanla kişinin kendi ihtiyaçlarını dile getirmesini zorlaştırır.
Enerjisel düzlemde sessizlik, nötr değildir; konuşulmayan her duygu, ifade edilmeyen her niyet, ortamda asılı kalır ve bu asılı hal, fark edilmeden bir baskı alanı oluşturur; sessizliğin ağırlaştığı ilişkilerde insanlar kendilerini huzurlu değil, tedirgin ama suçlu hissederler ve bu his, çoğu zaman adını koyamadıkları bir manipülasyonun işaretidir. Sessiz insanların bir kısmı gerçekten zararsızdır; iç dünyası zengin, dışa dönük olma ihtiyacı olmayan, konuşmak yerine varlığıyla iletişim kuran bireylerdir ama bu kişilerle manipülatif sessizlik arasındaki fark şudur: Gerçek sessizlik rahatlatır, manipülatif sessizlik ise gerginleştirir.
Eğer birinin suskunluğu yanında kendin gibi olabiliyor, konuşmak için çabalamıyor, boşlukları doldurmak zorunda hissetmiyor ve yanlış anlaşılma korkusu yaşamıyorsan, orada sessizlik bir denge halidir; ama eğer sessizlik seni daha fazla açıklamaya, daha dikkatli olmaya, daha az talep etmeye itiyorsa, orada sessizlik bir araçtır. Sessiz insanlar her zaman zararsız değildir ama tehlikeli olan sessizlik değil, sessizliğin sorgulanmamasıdır; çünkü insan zihni, yüksek sesle gelen tehlikeyi fark etmeye şartlanmıştır ama alçak sesle, hatta hiç ses çıkarmadan gelen yönlendirmeyi çoğu zaman geç fark eder. Belki de bu yüzden en sağlıklı soru şudur: “Bu sessizlik beni sakinleştiriyor mu, yoksa beni kendimden uzaklaştırıyor mu” Çünkü sessizlik, bazen bilgeliktir; bazen savunmadır; bazen de kimsenin fark etmediği bir kontrol biçimidir. Ve insan, en çok “zararsız” sandığı yerde sınırlarını kaybeder.