Freud, Gibi İzleseydi; Karakterlerin Id–Ego–Süper Ego Dağılımı Nasıl Olurdu?  [ 30 Kasım 2025 ]


Freud, Gibi İzleseydi; Karakterlerin Id–Ego–Süper Ego Dağılımı Nasıl Olurdu? 

Gibi, Tam Bir Freud Üçlüsü Panayırı 

İnsanın iç dünyasında Freud’un söylediği o meşhur üçlü; id, ego, süperego. Aslında sandığımız kadar teorik değil. Hepimizin içinde bir Yılmaz, bir İlkkan ve bir Ersoy yaşıyor. Gibi dizisini bu kadar tanıdık yapan şey de tam olarak bu. Karakterler yalnızca absürtlüğü değil, zihnimizin üç ayrı parçasını temsil ediyor.

İd, yani dürtülerimizin filtresiz sesi, tam olarak Ersoy gibi çalışıyor. Ersoy’un aklına ne gelirse söylemesi, abartması, hayali gerçekmiş gibi yaşaması, en olmayacak şeyleri bile kendi kafasında bir “doğru”ya dönüştürmesi aslında id’in yaptığı şeyin ta kendisi. İd, eğlenmek ister; Ersoy da her durumdan tuhaf bir macera çıkarır. Mantık, sonuç, zaman gibi unsurlar hepsi arka plandadır. İçimizdeki sınırsız hayal gücü, çocuksu istekler, uçuk ihtimaller hep Ersoy’un temsilidir.

Ego ise Yılmaz’dır. Arabulucu, sıkışmış, gerçekçi olmak zorunda kalan taraf. Yılmaz her olayda “ya tamam ama…” diye başlayan cümleleriyle bir denge bulmaya çalışır. Ne Ersoy kadar hayalperesttir ne de İlkkan kadar takıntılı. Hayatın ortasında kalmış, düzeni korumaya çalışan, hem kendini hem diğerlerini idare etmeye uğraşan bir figürdür. Ego’nun görevi id’in aşırılıklarını dizginlemek, süperego’nun baskısını yumuşatmaktır. Yılmaz’ın bölümler boyu yaşadığı o içten içe gerilme hali tam olarak beynimizin yaptığı arabuluculuk gibidir.

Süperego ise İlkkan’ın ruhunda yaşar. Kurallar, ahlak, düzen, nasıl davranılması gerektiği, toplumun sessiz normları hepsi içerisindedir. İlkkan bir şeyin yanlış olmasına dayanamaz; en küçük ihlali bile büyütür. “Bu böyle yapılmaz Yılmaz!” diye çıkıştığında aslında süperego konuşuyordur. Vicdan, beklenti, doğru davranma baskısı, kontrol ihtiyacı gibi unsurların hepsi İlkkan’ın mizahını oluşturan temel taşlardır.

Böyle bakınca Gibi üçlüsü yalnızca komik durumlara düşen arkadaşlar değildir; insan zihninin üç parçasının sahneye çıkmış halidir. Ersoy içimizdeki dürtü, Yılmaz aradaki mantıklı aracı, İlkkan ise toplumsal ve ahlaki baskının sesi olur. Bir bölüm izlerken “biz böyle değiliz ama biraz da böyleyiz” hissinin sebebi budur. Her insan, her gün kendi içinde küçük bir Ersoy’u susturup Yılmaz gibi idare edip İlkkan gibi doğru olması gerekeni savunur. İşte bu yüzden dizi hem absürt hem tanıdık gelir. Çünkü sahnede onlar var ama perde arkasında hepimiz oynuyoruz.