Çalışan ebeveynlerin çocukları, hayatın erken dönemlerinde farkında olmadan iki ayrı dünyayı aynı anda tanımaya başlarlar; biri evin içindeki sınırlı ama yoğun temas alanı, diğeri ise ebeveynin yokluğuyla açılan ve çocuğun kendi iç kaynaklarını devreye sokmasını zorunlu kılan daha geniş, daha sessiz ama öğretici bir alan, çünkü bu çocuklar erken yaşta zamanın, sorumluluğun ve beklemenin ne demek olduğunu yalnızca sözcüklerle değil, yaşantının kendisiyle öğrenirler. Anne ya da babanın çalışıyor olması çoğu zaman dışarıdan bakıldığında bir eksiklik gibi yorumlansa da, çocuğun zihninde bu durum çoğunlukla bir boşluk değil, anlamlandırılması gereken bir gerçeklik olarak yer eder ve çocuk bu gerçekliği telafi etmek yerine dönüştürmeyi öğrenirse, kendi kendine yetebilme becerisi, iç disiplin ve hedef odaklılık gibi başarıyı besleyen temel yapı taşlarını fark etmeden inşa etmeye başlar.
Araştırmaların da işaret ettiği gibi, çalışan ebeveynlerin çocukları genellikle daha planlı hareket etmeyi, zamanı daha verimli kullanmayı ve kendi kararlarının sonuçlarıyla yüzleşmeyi erken yaşta deneyimler, çünkü evde her an yönlendiren bir yetişkin figürünün bulunmaması, çocuğun sorumluluğu başkasına devretmek yerine kendi omuzlarına almasına neden olur ve bu durum, ilerleyen yıllarda akademik ve mesleki başarıyı destekleyen bir zihinsel dayanıklılık yaratır. Buradaki belirleyici nokta, ebeveynin çalışıyor olması değil, çalışırken çocuğa nasıl bir duygusal mesaj bıraktığıdır; eğer çocuk ebeveynin yokluğunu “önemsenmiyorum” duygusuyla değil, “hayatın bir parçası bu ve ben de bu düzenin içindeyim” algısıyla anlamlandırabiliyorsa, başarı duygusu dış onaya değil, iç motivasyona dayanır hale gelir ve bu da onu daha kalıcı, daha sürdürülebilir bir başarı çizgisine taşır.
Çalışan ebeveynlerin çocukları çoğu zaman kendi kendilerine problem çözmeyi, küçük hayal kırıklıklarını yönetmeyi ve beklemeyi öğrenirler; bu beceriler ilk bakışta görünmez olsa da, yetişkinlikte stresle başa çıkabilen, hedef koyabilen ve başarısızlık karşısında dağılmak yerine yeniden denemeyi seçen bireylerin temelini oluşturur. Elbette ki her çalışan ebeveyn çocuğu otomatik olarak başarılı olur gibi bir genelleme yapmak mümkün değildir, ancak şurası nettir ki; sevgiyle kurulan kısa ama nitelikli temaslar, çocuğa bırakılan güven duygusu ve “sen yapabilirsin” hissi, saatler süren ama ruhsuz bir beraberlikten çok daha güçlü izler bırakır ve bu izler zamanla çocuğun karakterine, hedeflerine ve başarı anlayışına dönüşür.
Sonuçta çalışan ebeveynlerin çocuklarında başarı, yokluğun yarattığı bir eksikliği kapatma çabasından değil, erken kazanılan bağımsızlık, sorumluluk ve içsel güçten beslenir; çünkü bu çocuklar, başarıyı birinin onlar için açtığı kapılarda değil, kendi anahtarlarını üretmeyi öğrendikleri yollarda bulurlar.