Bastırılmış Duyguların ; Adı Konmayan Tükenmişliği [ 12 Aralık 2025 ]


Bastırılmış Duyguların ; Adı Konmayan Tükenmişliği

Sessizce Yorulanlar

İnsan bazen ne zaman yorulduğunu hatırlamaz, çünkü bu yorgunluk bir anda gelmez; gürültü yapmaz, kapıyı çarpmaz, “artık dayanamıyorum” diye bağırmaz, aksine hayatın içinde usulca dolaşır, sabah kalkarken biraz daha ağırlaşan bedenle, eskiden kolay gelen şeylere gösterilen gereksiz tahammülsüzlükle, insanın kendine bile açıklayamadığı o tuhaf boşluk hissiyle varlığını belli eder. Çoğu kişi buna stres der, yoğunluk der, geçici bir dönem sanır ama aslında yaşanan şey çoğu zaman duygusal tükenmişliğin en sessiz halidir. Duygusal tükenmişlik, insanın çok şey yapmaktan değil, çok şeyi içine atmaktan yorulmasıdır; söylenememiş itirazların, ertelenmiş kırgınlıkların, “şimdi sırası değil” diye bastırılmış öfkelerin, anlaşılmadığı halde idare etmeye devam etmenin yavaş yavaş içten içe birikmesiyle oluşur. İnsan güçlü görünür, işini yapar, sorumluluklarını aksatmaz, hatta başkalarına destek bile olur ama kendi duygularıyla temas ettikçe sanki bir sisin içinde yürüyormuş gibi hisseder; ne tam üzgündür ne tam iyidir, ne gerçekten mutludur ne de açıkça mutsuz. Bastırılmış duygular kendilerini doğrudan ifade etmez; çünkü onlara uzun süre konuşma izni verilmemiştir. Bunun yerine bedende ağırlık olur, ilişkilerde tahammül azalır, küçük şeyler büyük tepkiler doğurur, insan sevdiği insanlardan bile uzaklaşmak ister ama nedenini açıklayamaz. “Bir şey istemiyorum”, “yalnız kalmak istiyorum”, “herkes çok yoruyor” cümleleri sıklaşır ve çoğu zaman kişi kendine şu soruyu bile sormaya çekinir: Ben ne zaman bu kadar yoruldum.

Bu tükenmişliğin en zor yanı, görünmez olmasıdır. Çevre çoğu zaman “ama her şey yolunda”, “işin var”, “ailen var”, “şükret” der; insan da bu sesleri içselleştirir ve kendi yorgunluğunu geçersiz kılar. Oysa duygular, mantıkla ikna olmaz; bastırıldıkça kaybolmaz, sadece şekil değiştirir ve bir noktada ya bedenden, ya ilişkilerden, ya da hayata karşı hissedilen anlamsızlıktan konuşmaya başlar. En çok da hep idare edenler tükenir; sorun çıkarmayanlar, ortamı toparlayanlar, “boş ver” diyenler, herkesin yükünü taşıyıp kendi yükünü küçümseyenler… Çünkü bu insanlar yorulduklarını fark ettiklerinde bile duramazlar, zayıf görünmekten çekinirler, “biraz daha dayanırım” derler ve işte tam burada tükenmişlik derinleşir. İnsan kendini ihmal etmeyi erdem sandığında, bedeli sessiz ama ağır olur. Duygusal tükenmişlik bir çöküş anı değildir; çoğu zaman bir kopukluk halidir. İnsan hala hayatın içindedir ama kendisiyle teması azalmıştır. Ne istediğini bilmez, ne hissettiğini tam adlandırabilir, sadece bir şeylerin eskisi gibi olmadığını hisseder. Bu hal bazen depresyonla karıştırılır, bazen tembellik sanılır ama aslında bu, duyguların uzun süre duyulmadan taşınmasının sonucudur.

İyileşme çoğu zaman büyük kararlarla başlamaz; bazen sadece şu cümleyi içten içe kabul etmekle başlar: “Ben gerçekten yoruldum.” Bu kabul, suçlulukla değil dürüstlükle yapıldığında, bastırılmış duygular ilk kez nefes alacak bir alan bulur. İnsan her şeyi hemen çözmek zorunda değildir; bazen hissettiğini düzeltmeye çalışmadan, sadece fark etmek bile büyük bir adımdır. Belki de bu yazıyı okuyan biri şu an kendini tanıdı; sabahları sebepsiz yorgun uyanan, küçük şeylere fazla sinirlenen, eskiden keyif aldığı şeylere karşı ilgisini kaybeden, “bir şey eksik ama ne” diye düşünen biri… Eğer öyleyse bilinmeli ki bu bir zayıflık değil, uzun süre güçlü kalmanın doğal bedelidir. Ve bazen insanın ihtiyacı olan şey daha fazla dayanmak değil, ilk kez kendine karşı dürüst olmaktır. Çünkü duygular bastırıldığında yok olmaz; sadece bekler. Dinlenmek ise bazen uyumakla değil, kendini nihayet duymakla başlar.