Yönünü Bilen mi Güçlüdür, Kendini Bilen mi [ 26 Aralık 2025 ]


Yönünü Bilen mi Güçlüdür, Kendini Bilen mi

Pusula: Yönü Gösteren Bir Alet mi, Yoksa İnsanın Kendine Dönüş Aracı mı.

Pusula ilk bakışta, kaybolmuş bir insanın eline tutuşturulan sessiz bir metal parçası gibi görünür; ibresi titrer, kuzeyi gösterir ve sanki bütün meselesi buymuş gibi davranır, oysa insan pusulayı eline aldığı anda aslında yalnızca bir yön değil, bir karar verme sorumluluğu da taşımaya başlar, çünkü pusula sana nereye gideceğini söylemez, sadece hangi yöne baktığını ifşa eder ve bu ifşa, çoğu zaman insanın kendisiyle yüzleşmesinden daha rahatsız edicidir. İnsanlık pusulayı, yollar kaybolduğunda icat ettiğini zanneder, fakat gerçekte pusula, insanın kendi iç yön duygusuna güvenini yitirdiği anlarda ortaya çıkmıştır; yıldızları okuyamayan, rüzgarın dilini unutan, sezgilerini susturan insan, dışarıdan bir rehbere ihtiyaç duymuştur ve böylece demiri manyetize edip ona rehberlik görevi yüklemiştir, ama bu rehberlik hiçbir zaman masum olmamıştır, çünkü pusula her zaman sabit olanı gösterirken, insan her zaman değişen tarafta durur.

Bir pusula kuzeyi gösterir, evet; ama insanın kuzeyi nedir. Hedef mi, vicdan mı, alışkanlık mı, korku mu, yoksa başkalarının çizdiği rotalar mı. İşte bu noktada pusula, bir alet olmaktan çıkar ve bir metafora dönüşür. İnsan hayatı boyunca sayısız pusula kullanır; kimi zaman ailesinin beklentileri, kimi zaman toplumun sessiz baskıları, kimi zaman geçmişte aldığı bir yara ya da geleceğe dair kurduğu bir hayal, insanın iç pusulasının ibresini fark ettirmeden döndürür, ama bu pusulaların çoğu manyetik değildir, sahiptir oldukları güç manyetizmadan değil, alışkanlıktan ve korkudan gelir, bu yüzden de insan çoğu zaman doğru yönde değil, tanıdık yönde ilerler. Gerçek pusula, yön gösterdiği kadar saptırma ihtimalini de barındırır, çünkü pusula ne kadar doğru çalışırsa çalışsın, onu tutan el titriyorsa, okunan yön de sapar; insanın zihni bulanıksa, pusulanın doğruluğu anlamsızlaşır ve bu yüzden bazı insanlar hayatları boyunca pusula taşıdıkları halde defalarca kaybolur, çünkü sorun yön eksikliği değil, niyet karmaşasıdır.

Kadim metinlerde pusulanın karşılığı çoğu zaman harita değildir; bilgelik, sezgi, kalp ve vicdan kavramları pusulanın ruhsal eşdeğeri olarak anlatılır, çünkü eski insanlar şunu bilirdi: dış yönler sabittir ama iç yönler sürekli sınanır, bu yüzden insanın asıl kaybolduğu yer coğrafya değil, anlamdır. Bir insan “yolumu kaybettim” dediğinde, çoğu zaman bir şehirden değil, kendinden uzaklaştığını itiraf eder; pusula burada devreye girer ama artık cebimizdeki metal alet değil, durup sormayı bildiğimiz o sessiz sorudur: “Ben gerçekten nereye gitmek istiyorum?” Belki de pusulanın en büyük öğretisi şudur: Yönü göstermek kolaydır, yön seçmek cesaret ister. Ve insan, pusulaya baktığında değil, pusulayı indirdiğinde kendini bulur. Çünkü bazı yolculuklarda kuzey, güney, doğu ya da batı yoktur; yalnızca içeri doğru bir yön vardır ve o yönü hiçbir ibre göstermez.