Yeni İnfaz Yasasının Toplumsal Etkisi [ 27 Aralık 2025 ]


Yeni İnfaz Yasasının Toplumsal Etkisi

Yeni infaz yasasının toplumda yarattığı etkiyi adalet, eşitlik, güvenlik ve hukukun öngörülebilirliği başlıkları üzerinden okuduğumuzda, ortaya çıkan tablo tek yönlü bir rahatlama ya da tehdit anlatısından ziyade, birbirini sürekli tetikleyen ve zaman zaman çelişen duyguların, beklentilerin ve kaygıların iç içe geçtiği karmaşık bir toplumsal psikolojiye işaret ediyor. Çünkü ceza hukukuna dair her düzenleme yalnızca hükümlüleri değil, doğrudan doğruya toplumun adalet algısını ve devlete duyduğu güveni de yeniden şekillendiriyor.

Adalet açısından bakıldığında, yeni infaz düzenlemesi birçok insan için iki farklı şekilde okunuyor; bir yanda cezaevlerindeki aşırı doluluğun azaltılması, insan onuruna daha uygun infaz koşulları ve rehabilitasyon fikri, “insani adalet” kavramını güçlendiren unsurlar olarak görülürken, diğer yanda suçun karşılığının fiilen kısalması, mağdur tarafında “ceza yeterince çekildi mi?” sorusunu daha yüksek sesle sorduruyor ve bu durum adaletin yalnızca fail merkezli mi yoksa mağdur merkezli mi olması gerektiği tartışmasını yeniden alevlendiriyor.

Eşitlik meselesi, yeni infaz yasasının toplumda en fazla gerilim ürettiği alanlardan biri olarak öne çıkıyor; aynı suçu işlemiş kişilerin, suç tarihine, infaz statüsüne veya yasanın yürürlüğe giriş zamanına göre farklı sonuçlarla karşılaşması, hukuki teknik açıdan gerekçelendirilebilir olsa bile, gündelik adalet duygusunda, aynı suça farklı muamele algısını besliyor ve bu algı, hukukun soyut normlarından çok insanların yaşanmışlıklarına yaslanan bir eşitsizlik hissi yaratıyor.

Güvenlik boyutunda ise toplum iki uç duygu arasında gidip geliyor; bir kesim, ağır suçların kapsam dışında tutulmasını ve denetimli serbestlik mekanizmalarının varlığını kamu düzeni açısından yeterli görürken, başka bir kesim özellikle suç tekrarına dair endişeleri öne çıkararak, erken tahliyelerin potansiyel riskler barındırdığını düşünüyor ve bu kaygı, bireysel güvenlik algısının hukuki metinlerden çok gündelik deneyimlerle şekillendiğini bir kez daha gösteriyor.

Hukukun öngörülebilirliği açısından bakıldığında ise asıl kırılma noktası ortaya çıkıyor; sık aralıklarla değişen infaz rejimleri, toplumda “bugün verilen ceza yarın neye dönüşür?” sorusunu canlı tutuyor ve bu durum, hukukun caydırıcılığını yalnızca cezanın ağırlığı üzerinden değil, istikrarı ve sürekliliği üzerinden de tartışmaya açıyor. Çünkü insanlar için adalet sadece adil olmakla değil, aynı zamanda tahmin edilebilir olmakla da anlam kazanıyor.

Bütün bu başlıklar bir araya geldiğinde yeni infaz yasasının toplumsal etkisi, hukuki bir düzenlemenin çok ötesine geçerek, devletle birey arasındaki güven ilişkisini yeniden sınayan bir eşik haline geliyor; adalet duygusu, eşitlik beklentisi, güvenlik ihtiyacı ve öngörülebilir hukuk talebi aynı anda karşılanamadığında, toplumda beliren şey çoğu zaman net bir itirazdan ziyade, sessiz ama derin bir tereddüt oluyor ve bu tereddüt, yasaların yalnızca maddelerle değil, yarattığı duygusal iklimle de değerlendirildiğini açıkça gösteriyor.