Son yıllarda neredeyse farkına bile varmadan hayatımızın merkezine yerleşen yapay zeka destekli programlar, bir yandan “çağ atlatan teknolojiler” olarak sunulurken, diğer yandan insan zihnini tembelleştiren, karar alma yetisini körelten ve düşünmeyi dışsallaştıran araçlara mı dönüşüyor sorusunu giderek daha yüksek sesle sorduruyor; çünkü artık mesele yalnızca teknolojinin varlığı değil, onun insan üzerindeki etkisinin hangi yöne doğru evrildiğiyle ilgili daha derin bir tartışmayı zorunlu kılıyor. Birçok alanda yapay zekanın sunduğu hız, analiz gücü ve otomasyon imkanı inkar edilemez bir gerçek olarak karşımızda duruyor; büyük veri kümelerini saniyeler içinde tarayabilen, insanın günler sürebilecek hesaplamalarını birkaç anlık işlemle sonuçlandırabilen bu sistemler, özellikle sağlık, finans, mühendislik ve bilimsel araştırmalarda ciddi bir verimlilik artışı sağlıyor ve doğru kullanıldığında insan hatasını azaltan bir destek mekanizması gibi çalışabiliyor.
Ancak tam da bu noktada, yapay zekanın “yardımcı” rolü ile “yerine geçen” rolü arasındaki çizgi bulanıklaşmaya başlıyor; çünkü birçok kullanıcı artık bu programları bir araç olarak değil, karar verici bir otorite gibi görmeye, üretilen sonuçları sorgulamadan kabul etmeye ve kendi düşünsel sürecini bu sistemlere devretmeye başlıyor ki asıl risk de tam olarak burada ortaya çıkıyor. Uzmanlara göre yapay zeka destekli programlar, doğru yönlendirme ve eleştirel akıl süzgeci olmadan kullanıldığında, yanlış bilgi üretme, bağlamı eksik aktarma ve gerçeğe çok benzeyen ama hatalı içerikler sunma eğilimi gösterebiliyor; bu durum özellikle haber, hukuk, sağlık ve akademik alanlarda ciddi sonuçlar doğurabilecek bir güven problemine işaret ediyor.
Öte yandan eğitim alanında yapay zekanın sunduğu kişiselleştirilmiş öğrenme modelleri, öğrencilere hız kazandırırken, uzun vadede ezberci ve yüzeysel bir öğrenme alışkanlığına kapı aralayabileceği yönünde eleştiriler de alıyor; çünkü bilgiye ulaşmanın aşırı kolaylaşması, bilgiyi sindirme ve yorumlama becerisinin geri plana itilmesine neden olabiliyor. İş dünyasında ise yapay zeka destekli programlar bir yandan çalışanların yükünü hafifletirken, diğer yandan “insan değeri” kavramını yeniden tartışmaya açıyor; üretkenliğin ölçüsünün yaratıcılık mı yoksa hız mı olduğu sorusu, giderek daha fazla kurumun gündemine giriyor ve bu durum teknolojinin insanı güçlendiren mi yoksa insanı dönüştürerek başka bir şeye evrilten bir unsur mu olduğu sorusunu canlı tutuyor.
Sonuç olarak yapay zeka destekli programlar ne mutlak bir kurtarıcı ne de başlı başına bir tehdit olarak değerlendirilmeli; asıl belirleyici olan, bu teknolojilerin hangi bilinçle, hangi sınırlar içinde ve hangi amaçla kullanıldığıdır, çünkü yapay zeka yalnızca ona bakan zihnin niyeti kadar yön gösterir ve insan düşüncesinin yerini aldığında değil, onu derinleştirdiğinde gerçekten “yardımcı” olabilir.