Toplumsal eşitlik, herkesin aynı hayatı yaşaması ya da aynı koşullara sahip olması demek değildir; esas mesele, insanların cinsiyeti, sınıfı, dili, inancı, bedeni, kimliği ya da doğduğu yer nedeniyle baştan geride bırakılmadığı, fırsatlara ve haklara erişimde sistematik engellerle karşılaşmadığı bir düzenin kurulabilmesidir.
Eşitlik çoğu zaman yanlış anlaşılır, çünkü herkese aynı şeyi vermek adil bir sonuç doğurmaz; adalet, insanların farklı başlangıç noktalarını dikkate alarak ihtiyaç duydukları desteğe ulaşabilmelerini sağlamakla mümkündür ve toplumsal eşitlik tam da bu farkındalığı kurumsal ve kültürel düzeye taşımayı hedefler.
Bir toplumda bazı gruplar sürekli daha fazla çaba harcamak zorunda kalıyorsa, bazı sesler sistemli biçimde duyulmuyor, bazı hayatlar daha kolay gözden çıkarılabiliyorsa, burada bireysel başarılardan değil, yapısal eşitsizliklerden söz etmek gerekir; çünkü eşitsizlik çoğu zaman tek bir kişinin hatası değil, uzun süre normalleştirilmiş düzenlerin sonucudur.
Toplumsal eşitlik, yalnızca yasalarla değil, gündelik hayattaki dilimizle, reflekslerimizle, esprilerimizle ve suskunluklarımızla da ilgilidir; kimin sözünün kesildiği, kimin daha az ciddiye alındığı, kimin “abartıyor” denilerek kenara itildiği, eşitliğin gerçek sınavını oluşturur. Bu yüzden eşitlik talebi bir ayrıcalık isteği değil, insan onurunun korunması çağrısıdır; kimsenin kimliğini gizlemek zorunda kalmadığı, var olabilmek için daha fazla açıklama yapmaya mecbur bırakılmadığı bir toplumsal iklim, ancak eşitliğin içselleştirildiği yerlerde mümkün olur.
Toplumsal eşitlik bir anda gerçekleşen bir durum değil, sürekli yeniden üretilmesi gereken bir bilinç halidir; her kuşak, kendinden öncekilerin normal kabul ettiği adaletsizlikleri sorguladıkça ilerleme mümkün olur ve bu ilerleme çoğu zaman büyük sloganlardan değil, küçük ama ısrarlı dönüşümlerden doğar.
Eşitlik, herkesi aynılaştırmak değil, herkesin insan olarak eşit değerde olduğunu hatırlatmaktır; güçlü olanın biraz geri çekildiği, görünmeyenin görünür kılındığı, sessizin alan açıldığı yerde toplum yalnızca daha adil değil, aynı zamanda daha sağlıklı ve daha yaşanabilir hâle gelir.