Telefon yokken dünya daha sessizdi ama insanın içi daha gürültülüydü; çünkü beklemek vardı, sabretmek vardı, cümlelerin aceleye gelmediği, kelimelerin kalpten çıkıp kağıda yürüdüğü bir zaman vardı ve o zamanlarda insanlar birbirine ulaşmak için sinyaller değil, niyetler gönderirdi. Telefon yokken haber hızlı değildi ama anlamlıydı; bir sesin anında gelmemesi sevgisizliği değil, yolculuğu anlatırdı ve insanlar “Neden yazmadı?” diye küsmez, “Acaba hangi kelimeleri seçiyor?” diye düşünürdü, çünkü bir mektup yazmak cevap vermek değil, kendinden bir parça ayırmaktı. Mektup, aceleyle yazılmazdı; masa temizlenir, kağıt düzeltilir, kalemin mürekkebi kontrol edilir, insan önce kendini susturur, sonra yazıya başlardı ve her harf bir karar, her cümle bir duruş olurdu, çünkü yanlış bir kelime geri alınamazdı, silme tuşu yoktu, sadece pişmanlık vardı.
Sevgiliye Yazılan Mektuplar
Sevgiliye yazılan mektuplar bugünkü mesajlar gibi “Neredesin?” diye başlamazdı; “Seni düşündüm” diye başlar, düşünmenin kaç saat sürdüğünü satır aralarına saklardı ve bir kelimeyi üç kere yazıp sildiği olurdu insanın, çünkü o kelime kalbe ağır gelirse karşıya da ağır giderdi. Sevgiliye yazılan mektupta hasret bağırmazdı ama derinden sızardı; “Seni özledim” demek yerine, “Pencerenin önünden geçen kuşları sayarken sen aklıma geldin” denirdi, çünkü özlem bağırdığında değil, sustuğunda gerçek olurdu. Mektubun zarfı bile bir mesajdı; dikkatle katlanmış kağıt, düzgün yazılmış adres, köşesine iliştirilmiş küçük bir çizim, bazen kurumuş bir çiçek yaprağı… Hepsi “Ben buradayım ve seni ciddiye alıyorum” demenin başka bir yoluydu.
Eşe Yazılan Mektuplar
Eşe yazılan mektuplar daha ağırbaşlıydı ama daha derindi; sevgi süslü kelimelerde değil, sorumlulukta gizliydi ve “Bugün yoruldum ama iyiyim” cümlesi, uzun bir mesajdan daha çok şey anlatırdı. Eşe yazılan mektupta gelecek vardı; alınacak ekmek, büyütülecek çocuk, tamir edilecek bir masa, birlikte eskitecek bir hayat satır satır yazılırdı ve bu mektuplar romantik olmaktan çok gerçekti, bu yüzden de daha kıymetliydi.
Anne ve Babaya Yazılan Mektuplar
Anneye, babaya yazılan mektuplar ise başka bir dildi; insan büyüse bile cümleleri küçülürdü, çünkü anneye yazarken insan hala çocuktur ve “Merak etmeyin, iyiyim” cümlesi çoğu zaman yalan ama sevgi doluydu. Anne-babaya yazılan mektupta saygı vardı, utangaç bir sevgi vardı; her şey anlatılmazdı ama her şey hissedilirdi ve o mektuplar çoğu zaman defalarca okunur, katlanır, yastık altına konur, sonra bir gün tekrar çıkarılıp sessizce ağlanırdı.
Arkadaşa Yazılan Mektuplar
Arkadaşlara yazılan mektuplar samimiydi; dil daha rahattı ama içtenlik daha gerçekti, çünkü dostluk ispat istemezdi, sadece hatırlanmak isterdi ve “Seni unutmadım” demenin en uzun yolu bir mektup yazmaktı. O mektuplar bazen kahkaha taşırdı, bazen sitem, bazen de “Kimseye söyleyemediğim şeyi sana yazıyorum” cesaretini… Çünkü mektup sır tutardı, ekran gibi parlamaz, ses çıkarmazdı. Telefon yokken insanlar birbirine daha zor ulaşırdı ama ulaştıklarında daha derin dokunurdu; şimdi saniyeler içinde yazıyoruz ama yıllarca hatırlanmıyoruz, o zamanlar günlerce beklenirdi ama bir cümle ömür boyu saklanırdı.
Telefon yokken kelimeler hızlı değil, ağırdı; ağır olduğu için de değerliydi ve belki de en büyük fark şuydu: İnsanlar cevap almak için değil, anlaşılmak için yazardı. Bu yüzden eski mektuplar hala bir çekmecede durur, sararmış kağıtlarıyla konuşmaya devam eder; çünkü teknoloji değişir ama insanın kalbi, hala okunmak ister…