Tabutta Uyanmak! [ 15 Aralık 2025 ]


Tabutta Uyanmak!

Gözlerini açtığında ilk fark ettiği şey karanlık değil, karanlığın baskısıdır; sanki gece sadece etrafını sarmamış, göğsüne çökmüş, nefesini tartmış, kaç saniye dayanabileceğini ölçmeye başlamıştır ve o anda tabutun içindeki havanın, insanın aklıyla birlikte yavaş yavaş eksildiğini hissederken, tahta duvarların soğukluğu omuzlarına, dizlerine, alnına değdikçe bunun bir rüya olmadığını, uyanışın kendisinin asıl kabus olduğunu anlamaya başlar. Kulakları kendi kalp atışından başka hiçbir şey duyamazken, her atış ona biraz daha zaman kaybettirdiğini fısıldar, çünkü kalp çalıştıkça hava azalır, hava azaldıkça panik büyür ve panik büyüdükçe insan kendi bedenine düşman kesilir; nefes almak ister ama aldığı her nefes onu sona bir adım daha yaklaştırır. İşte bu anda zihni, yıllardır bastırdığı tüm korkuları, yarım kalmış cümleleri, söylenmemiş vedaları ve “sonra yaparım” diye ertelediği her şeyi tek bir dar alana sıkıştırır, çünkü tabut yalnızca bedeni değil, geçmişi ve pişmanlıkları da içine almıştır.

Panik arttıkça zaman bozulur; saniyeler uzar, dakikalar erir ve insan zihni, kurtulma ihtimali ile kaçınılmaz son arasında gidip gelen bir sarkaç gibi savrulurken, her umut kırıntısı bir sonraki karanlığı daha da koyulaştırır. Parmaklarını tahtaya vurur, sesi dinler, yankı bekler ama gelen sadece kendi çaresizliğinin tok bir yankısıdır ve o an anlar ki insan, duyulmadığını fark ettiği anda gerçekten yalnızdır. Bağırmak ister ama sesi boğazında düğümlenir, çünkü ses de oksijen ister ve tabutun içindeki her çığlık, dışarıya ulaşmayan bir intihar girişimi gibidir; insan yaşamak isterken farkında olmadan kendini biraz daha tüketir. Zihin bu noktada gerçeklikle bağını gevşetir, hayaller üretir, dışarıdan gelen hayali adımlar, toprak üstünde yürüyen insanların sesleri, birinin kapağı açacağına dair sahte senaryolar kurar ve her hayal çöktüğünde, umutla birlikte ruh da bir katman daha soyulur.

En korkuncu ise ölüm düşüncesi değildir; en korkuncu, ölmeden önce yaşanan o berrak farkındalıktır, yani insanın, hayattayken kaçtığı her yüzleşmenin şimdi kaçacak hiçbir yeri kalmadığında karşısına dizilmesidir. Tabut, bir mezardan çok bir aynaya dönüşür ve kişi karanlıkta, kendi iç sesini net bir şekilde duymaya başlar: korkularını, bencilliklerini, sevgisizliklerini ve cesaretsizliklerini, çünkü artık dikkatini dağıtacak hiçbir şey yoktur. Uyanık kalmak ister, çünkü uyursa bir daha uyanamayacağını hisseder; uyanık kalmak ister, çünkü bilinç varken hala “ben” vardır, ama bilinç de yorgundur ve yavaş yavaş teslim olmaya başlar. Ve tam o noktada, nefesle birlikte umut da kesilirken, insan şunu anlar: tabutta uyanmak, toprağın altında kalmaktan çok daha fazlasıdır; bu, yaşarken gömülen bir ruhun, en dar yerde, en geç yüzleştiği gerçektir.