Bir sofrada mutluluğun neye benzediğini soracak olsalar, çoğu insan büyük jestlerden, uzun cümlelerden, pahalı hediyelerden söz ederdi; oysa sevgi çoğu zaman tabakta kalan son patates kızartması kadar sessiz, gündelik ve fark edilmesi zor bir yerde durur.
İki kişi aynı tabağa uzandığında, o son parça küçük bir sınava dönüşür; kim alacak, kim vazgeçecek, kim “sen ye” diyecek, çünkü sevgi tam da burada başlar, büyük laflarda değil, küçük tercihlerde kendini ele verir. Mutluluk, o patatesi hiç konuşmadan karşısındakine bırakabilmekte gizlidir; karşılığında bir teşekkür beklemeden, fedakarlık yaptığını bile büyütmeden, sadece birlikte olmanın verdiği sıcaklığı koruma isteğinde. Çünkü gerçek yakınlık, bir şeyden vazgeçtiğini hissettiğin anda değil, vazgeçtiğini unuttuğun anda ortaya çıkar.
Bazen de mutluluk, o son patatesi ikiye bölmektir; ne tamamen almak ne de tamamen vermek, paylaşmanın sessiz adaletinde buluşmaktır, çünkü sevgi her zaman kendinden eksiltmek değil, birlikte çoğalmayı bilmektir. Tabaktaki son patates kızartması bize şunu hatırlatır; sevgi, hayatın en sıradan anlarında kendini belli eder; kimin daha çok sevdiği değil, kimin daha çok önemsediği anlaşılır ve mutluluk, tam da bu önemsenişin içinde, fark ettirmeden yerleşir.
Belki de bu yüzden bazı mutluluklar unutulmaz. Çünkü onlar büyük anlardan değil, kimsenin fotoğrafını çekmediği, ama kalbin sessizce “işte bu” dediği küçük paylaşımlardan doğar.