Sislerin Gölgesinde [ 04 Aralık 2025 ]


Sislerin Gölgesinde

Sislerin Gölgesinde

Gemi, sabahla akşamın birbirine karıştığı bir vakitte ilerliyordu; ne gün tam doğmuştu ne de gece gitmeye niyetliydi. Gökyüzü, yorgun bir kalbin atışlarını andıran gri ve mor tonlar içinde soluyor, deniz, sessizliğin altındaki hafızasını saklıyordu.

Rüzgar yönsüzdü; yelkenler, varmak için değil, sadece var olmanın inadıyla açık duruyordu. Kaptan pusulasına bakmıyordu, çünkü hangi yöne dönse aynı sis, aynı deniz, aynı kendilik çıkıyordu karşısına insanın kendi içini keşfetmesi de bundan farksızdı. Her dalga, geçmişten bir yüz getiriyor, bir çocuk kahkahasıyla başlıyor, bir yarım cümleyle bitiyor, köpüğe karışıp yok oluyordu. Deniz artık su değildi, anıydı; her tahtada bir pişmanlık, her çarpışmada biraz daha çözülme vardı. Belki de batmak, aslında geçmişin yankısına karışmaktı. Uzakta, bulutların arasından beliren ışık, ne tam bir umut ne de bir yanılgıydı; belki bir hatırlayıştı sadece.

Bir zamanlar bu gemi gerçekten bir yere gidiyordu ama rüzgar bir gün yönünü değil, anlamını kaybetmişti. Kaptan başını kaldırdığında, gökyüzü mor, deniz gri, ruhu siyah beyazdı; bir an için dünya nefesini tuttu ve sonra sessizce geri verdi. Geminin gövdesi ağırlaştı, sanki su değil, düşünce taşır olmuştu. Ve o anda, kimse bilmeden, deniz onu içine aldı ya da belki o, denizin bir parçasına dönüştü.

Bugün hala bazı sabahlarda, denizin üstünde ince bir sis belirir ve o sisin içinden bir gölge geçer: yelkenleri paramparça, ama hala ilerleyen bir gemi. Belki bir soru taşır rüzgarla birlikte: “Yönsüz bir yolculukta, varmak mı kaybolmak mı daha gerçektir?”