Bir insan sevdiği birini kaybettiğinde, sadece bir kişiden değil; bir anlamdan, bir alışkanlıktan, bir geleceğin ihtimalinden de ayrılır. Bu yüzden ölüm acısı yalnızca bir son değil, geride kalan için uzun bir geçiş sürecidir. Her insan bunu farklı yaşar, ancak çoğunda benzer izler bırakır.
İlk günlerde şok ve inkar çok doğaldır. Beyin acının tüm ağırlığını bir anda kabul etmekte zorlanır. Kapıdan içeri girecekmiş gibi beklemek, telefona bakmak, o insanın sesini duymayı ummak gibi beklentilerin hepsi savunma mekanizmalarıdır. Kayıp gerçek olsa da zihnin bunu yavaş yavaş içeri alması gerekir. Bu dönemi sıkça yoğun duygular izler. Kimi insan öfkelenir, kimi içine kapanır, kimi sürekli anlatmak ister. Her duygu yerindedir; yas tutmanın doğru ya da yanlış bir biçimi yoktur. Bazıları ağlar, bazıları susar; bazıları çalışmaya sarılır, bazıları hiçbir şey yapamaz. Yas, kişiseldir.
Geride kalan insanlar çoğu zaman suçluluk hissi yaşar; “Keşke daha çok yanında olsaydım.” “Keşke o gün farklı davransaydım.” Bu düşünceler acıyı büyütür, fakat çoğu mantıksızdır. Psikoloji, bu keşkelerin yasın doğal parçası olduğunu söyler. Zamanla suçluluk, yerini minik bir kabullenişe bırakır.
Yas sadece duygusal değildir; hayat düzenini de değiştirir. Evde boş kalan sandalye, dolapta duran bir gömlek, alışverişte akla gelen “o bunu severdi” düşüncesi. Kayıp, günlük hayatın küçük detaylarında tekrar tekrar ortaya çıkar. Bu, sürecin uzamasına neden değil, sürecin ta kendisidir.
Toplumun rolü de önemlidir. Türkiye’de ölüm sonrası dayanışma güçlüdür. Taziye ziyaretleri, mevlitler, komşu yemekleri bunlardan bazılarıdır. İnsanlar destek olur. Fakat zaman geçtikçe çevredeki ilgi azalır, herkes işine döner. Oysa geride kalan için süreç yeni başlamıştır. Bu yüzden basit cümlelerin gücü büyüktür; “Seni dinliyorum.” “Buradayım.”
Yasın ilerleyen dönemlerinde acı yok olmaz sadece şekil değiştirir. Kayıp, hayatın içindeki bir yerini bulur. İnsan, kaybettiği kişiyle yaşamayı öğrenir. Her zaman merkezde olmaz, bazen günlerce akla gelmez. Sonra bir an, bir şarkıda, bir kokuda, bir rüzgarda kalbi titretir. Bu artık yıkıcı değil, sessiz bir hatıradır.
Araştırmalar gösteriyor ki, yasın içinden geçen insanlar zamanla daha derinleşir. Empatileri artar, hayata bakışları olgunlaşır, sevdiklerine daha çok sarılırlar. Ölümle yüzleşmek, yaşamı daha kıymetli kılar. Acı, bizi küçültmez aksine büyütür.
Sonunda çoğu insan şu farkındalığa ulaşır; sevdiğimiz insanlar ölür, ama onların bizde bıraktığı duygu yaşamaya devam eder. O duygu, hayatın geri kalanında bize eşlik eder. Belki bir kokuda, bir cümlede, bir fotoğrafta, belki de bir rüzgarda. Yas biter; sevgi kalır.