Spiritüelizme göre rüyalar, zihnin rastgele imgeler üretmesi değildir; aksine, gündüz bilincinin sustuğu, egonun geri çekildiği ve ruhun kendi diliyle konuşabildiği nadir anlardan biridir, bu yüzden bazı rüyalar mantıksız değil, sadece alışık olmadığımız kadar derindir. Uykuda beden dinlenirken bilincin bir katmanı geri çekilir ve tam da o anda ruh, bastırılmadan, filtrelenmeden ve savunma mekanizmalarına takılmadan kendini ifade etme fırsatı bulur; spiritüel öğretiler bu durumu “ince alemle temas” olarak adlandırır ve birçok insanın rüyada gördüğü sembollerin bu yüzden bu kadar yoğun ve gerçek hissettirdiğini söyler.
Hepimizin yaşadığı ama adını koyamadığı o tuhaf his vardır; rüyada bir yerdesindir ama orası bu dünya değildir, tanıdık yüzler görürsün ama kim olduklarını açıklayamazsın, zaman akar ama saat yoktur, işte spiritüelizm tam bu noktada devreye girer ve der ki: Rüyalar, zamanın ve mekanın doğrusal olmadığı bir bilinç halinde yaşanır. Bazı rüyaların “haberci” gibi hissettirmesi tesadüf değildir; spiritüel bakış açısına göre ruh, henüz bilinç düzeyine çıkmamış olasılıkları rüya yoluyla sezdirir, bu bir kehanet değil, bir farkındalık çağrısıdır, yani rüya “olacak olanı” değil, “olmakta olanı” gösterir. Okuyucu burada durur, çünkü o rüyayı hatırlar: Gerçekleşmeden önce hissedilen, anlamı sonradan çözülen o rüya.
Spiritüelizmde en dikkat çekici konulardan biri de tekrar eden rüyalardır; aynı sembol, aynı düşüş, aynı kapı ya da aynı kişi defalarca geliyorsa bunun nedeni zihnin değil, ruhun ısrarıdır, çünkü ruh bir mesajı iletmeden sahneden çekilmez. İnsan “neden yine?” diye sorar ama belki de doğru soru şudur: “Ben neyi görmezden geliyorum?” Bir de uyanır uyanmaz unutulan ama gün boyu içte bir ağırlık bırakan rüyalar vardır; görüntüsü silinmiştir ama duygusu kalmıştır ve spiritüel öğretide bu tür rüyaların bilinçaltından çok bilinçüstüyle bağlantılı olduğu söylenir, çünkü ruh bazen kelime değil, titreşim bırakır.
En çarpıcı olanı ise şudur: Spiritüelizme göre bazı rüyalar kişisel değildir; kolektif bilinçle, atalarla, hatta insanın kendi ruh hafızasıyla bağlantılı olabilir ve bu yüzden kişi hiç yaşamadığı bir şeyi rüyasında “hatırlıyor” gibi hisseder. Okuyan yine başını sallar, çünkü o açıklayamadığı tanıdıklık hissini çok iyi bilir. Belki de rüyalar bize şunu anlatmaya çalışıyordur: Gün içinde kontrol etmeye çalıştığın hayat, gece seni kontrol etmeyi bırakır ve o boşlukta ruh kendine alan bulur. Spiritüelizm rüyaları yüceltmez ama küçümsemez de; onları bir kapı olarak görür, zorlanmadan açılan, zorlanmadan kapanan bir kapı.
Ve tam da bu yüzden, spiritüel rüyalar insanı korkutmaz, meraklandırır; çünkü rüya bittiğinde bile insan şunu hisseder: “Ben sadece uyumadım, bir yere gittim.”