Pusulası şaşanlar, çoğu zaman yolunu kaybettiklerini düşünür, panik içinde etrafa bakınırlar; oysa gerçek kayboluş, yönü bilmemek değil, yön arama isteğinin sönmesidir. İnsan, hayatın rüzgarlarıyla savrulurken bazen haritası suya düşer, bazen yıldızlar bulutların arkasına saklanır, bazen de adımlarından emin olamaz; fakat bu, yolun bittiği anlamına gelmez, sadece bilinen yoldan çıkıldığına işarettir. Kimi zaman akıntıya kapılmak, kendi gücünü göremediğin bir suyun içinde sürüklenmek demektir, ama akıntı da bir yön taşır; yeter ki insan, biraz durup nefes alsın, suyun nereye aktığını dinlesin. Çünkü pusulanın şaşması, dünyanın değiştiği anlamına gelmez, sadece içimizdeki manyetik kuzeyin yer değiştirdiğini fısıldar.
Bir insan kendini kaybolmuş hissettiğinde, çoğu kez başını çevirdiği her tarafta ceviz kabuğu gibi çarpışan sesler duyar: “Yanlış yoldasın, geri dön, kendine güvenme.” Bu sesler bazen başkalarından gelir, bazen de içimizde saklanmış, zamanı geldiğinde parlar gibi beliren tereddütlerin yankısıdır; yine de yanılgı şudur; kaybolmuşluk, zayıflığın işareti değildir. Kendi yönünü arayan her ruh, yolda olan bir ruhtur; sabitlik, hayatta en yanıltıcı şeydir, çünkü hiçbir fırtına sonsuz değildir, hiçbir gece sabaha yenilmeden durmaz. Pusula bazen titrer, ibre dans eder gibi sallanır, ama bu sallanış, düzensizlik değil, hayatın akışındaki nabızdır. Kimi zaman yolu bulmak için rotayı değil, yürüyeni düzeltmek gerekir.
Asıl sorun, yön kaybı değil, yön sorusunun terk edilmesidir. Çünkü insan bir kez durup göğe baktığında, karanlık gökyüzünde beliren tek bir yıldız bile yol gösterebilir; yeter ki göz, aramayı sürdürsün, yürek, vazgeçmesin. Pusulası şaşanlar aslında bir şey kaybetmemiştir, sadece yeni bir başlangıcın eşiğindedir; tanıdık sahilleri geride bırakmak bazen korkutucu olsa da, bilinmeyen kıyılarda gerçek keşif başlar. Yön, bazen adım atarken belirir; kimi zaman rüzgar bir cümle fısıldar, bazen bir sessizlik, bazen bir bakış. Asıl yol, haritada değil, yürüyenin içindedir.