Işıktan Doğan Çocuk
Göklerin sessizliğinde bir kıpırtı oldu o gece. Rüzgar, kadim dağların doruklarında bir ezgi mırıldandı; ırmaklar birden coştu, toprak kokusu gökyüzüne karıştı. Ve işte o an gökyüzünden bir ışık huzmesi indi yere. O ışığın içinden, altın gibi parlayan bir bebek doğdu: Oğuz.
Daha beşikteyken gözleri gökyüzünü arardı; sanki yıldızlarla konuşur, bulutlarla sır paylaşırdı. Annesi onun süt emmediğini, güneş ışığıyla beslendiğini söylerdi. Çünkü o, insanların çocuğu değil, Gök Tanrı’nın nefesiydi. Oğuz, daha çocukken “Ben Tanrı’ya inanırım!” dedi. O sözle birlikte gök gürledi, yeryüzü titredi. O anda anlaşıldı ki bu çocuk, sıradan bir kader taşımıyordu. Onun gelişiyle bozkırın kalbi yeniden atmaya başlamıştı.
Kurtuluşun Yolu
Yıllar geçti. Oğuz Kağan büyüdü; yüzünde göklerin ışıltısı, kalbinde ise dağların sabrı vardı. İlk kez ava çıktığı gün, ormanın derinliklerinde mavi tüylü bir kurt belirdi. Gözleri ateş gibi parlıyordu.
Kurt konuştu:
“Ey Oğuz, yolun gökten başlar, ama toprağa varır. Yürüdüğün yol senin kaderindir.”
O günden sonra kurt, Oğuz’un yol göstericisi, gökyüzüyle arasındaki gizli bağın simgesi oldu. Her savaşa çıktığında önünde o kurt yürürdü. Oğuz onun ardından gitti ve gittiği her yerde zulmü devirdi, adalet ekti. Dağları deldi, nehirleri geçti, rüzgarı buyruğuna aldı. “Dünyanın dört yönü bana emanettir,” dediğinde, düşmanlar değil, zaman bile ona baş eğdi.
Yeryüzü Devleti
Oğuz Kağan artık yalnız bir kahraman değil, bir milletin ruhuydu. Her zaferin ardından göğe bakar, Tanrı’ya şükrederdi. Çünkü o bilir ki, güç insana değil, kut’a (ilahi lütfa) aittir. Bir gece rüyasında altın bir yay ve üç gümüş ok gördü. Yay doğudan batıya uzanıyordu; oklar kuzeye doğru uçuyordu.
Uyandığında dedi ki:
“Benim soyum doğudan batıya yayılacak, gökyüzünü oklarla delip yıldızlara ulaşacak.”
Altı oğluna Gök, Dağ, Deniz, Güneş, Ay, Yıldız adlarını verdi. Bu adlar yalnızca isim değil, evrenin dengesinin temsiliydi. Her biri bir yöne, bir halka, bir soya hükmedecek; Türk’ün altı kolu dünyaya kök salacaktı.
Sonsuzluk ve Miras
Bir gün Oğuz Kağan bozkırın tam ortasında atından indi. Göğe baktı, yıldızlar gözlerinde yansıdı.
Sessizce dedi ki:
“Gökyüzü bir çadırdır, güneş onun kandilidir. Bu çadırda insanlık uyur, bense onları uyandırmaya geldim.”
Ardından atına bindi, ufukta beliren ışığın içine doğru ilerledi. O an gök bir kez daha gürledi; rüzgar, onun adını uzaklara taşıdı: Oğuz... Oğuz... Oğuz...
Ve o günden sonra her Türk boyu, göğe bakarken onun adını anar oldu. Her yıldız, onun soyundan bir işaret, her rüzgar, onun nefesinden bir hatıra taşıdı.
“Bir milletin kaderi, gökten aldığı ışıkla değil, o ışığı yeryüzünde ne kadar adaletle taşıdığıyla ölçülür.”
Araştıran, Yazan
Serkan ÖZKAN