Kırmızı Koltuk [ 21 Aralık 2025 ]


Kırmızı Koltuk

Bu görselde ilk bakışta göze çarpan şey bir koltuk değildir aslında; doğanın ortasına yerleştirilmiş, bağlamından koparılmış, neredeyse meydan okur gibi duran kırmızı bir varlıktır bu ve kırmızının griye boğulmuş bir orman içinde bu kadar baskın olmasının nedeni estetik bir tercih olmaktan çok, bilinçdışı bir iktidar çağrısıdır, çünkü kırmızı hiçbir zaman arka planda kalmayı kabul etmeyen bir renktir.

Kırmızı, insan zihninde en hızlı algılanan renktir; tehlikeyi, tutkuyu, öfkeyi, arzuyu ve gücü aynı anda çağrıştırır ve bu yüzden psikolojik olarak “bak” diye bağırır, kaçınılmazdır, göz onu görmeden geçemez ve tam da bu nedenle koltuğun kırmızı olması tesadüf değildir; bu koltuk, oturulmak için değil, fark edilmek için oradadır.

Renk enerjisi açısından bakıldığında kırmızı, bedeni ve zihni harekete geçiren bir uyarıcıdır; kalp atışını hızlandırır, dikkati toplar, pasifliği bozar ve bu yüzden güçle, kararla ve müdahaleyle ilişkilendirilir, oysa gri orman durağanlığı, zamansızlığı ve silikleşmeyi temsil eder ve bu iki zıtlık yan yana geldiğinde, kırmızı koltuk adeta “buradayım ve burası artık benim alanım” diyen bir irade simgesine dönüşür.

Siyasi figürlerle ilişkilendirildiğinde kırmızının anlamı daha da sertleşir; tarih boyunca kırmızı, iktidarın, devrimin, otoritenin ve kan pahasına alınmış kararların rengi olmuştur, taht odalarında, meclis kürsülerinde, bayraklarda ve halılarda tercih edilmesi boşuna değildir, çünkü kırmızı oturan kişiyi sıradan bir birey olmaktan çıkarır, onu temsil eden, karar veren, söz söyleme hakkı olan bir figüre dönüştürür.

Bu bağlamda kırmızı koltuk, bir mobilya değil, bir mevki metaforudur; kimin oturduğu kadar, kimin oturamadığı da önemlidir ve ormanın ortasında tek başına durması, gücün toplumsal bağlamdan koparılıp sembolik bir yalnızlığa taşındığını ima eder, çünkü iktidar çoğu zaman kalabalıklar içinde değil, karar anlarında yalnızdır.

Kırmızının tercih edilmesinin bir diğer nedeni de meydan okumadır; doğanın nötr, sessiz ve döngüsel düzenine karşı, insan eliyle üretilmiş, kadife dokulu, konforu ve kontrolü simgeleyen bir nesnenin kırmızı olması, insanın doğaya karşı “ben buradayım” deme biçimidir ve bu, hem politik hem de psikolojik bir yerleşme hareketidir.

Koltuk boş olsa bile doludur aslında; anlamla, güçle, beklentiyle doludur ve üstünde duran karga bu doluluğu daha da derinleştirir, çünkü karga tarihsel olarak gözlemciyi, ölümü, bekleyişi ve bilinçaltını simgeler, sanki koltuğun kime ait olduğunu değil ama kimin gelmekte olduğunu bilen bir tanık gibidir.

Sonuçta bu kırmızı koltuk, neden kırmızı sorusunun cevabını tek bir yerden vermez; kırmızı olduğu için baskındır, baskın olduğu için fark edilir, fark edildiği için güçle ilişkilendirilir ve güçle ilişkilendirildiği için hem arzulanır hem de rahatsız eder, çünkü kırmızı her zaman bir şeyi açık eder: Burada tarafsızlık yoktur.