Bazen insanın kim olduğu, neye benzediği ya da nerede durduğu değil; neye dönüşme ihtimali taşıdığı anlatılmak istenir ve bu anlatı, en sade haliyle umutla karışık bir fark ediş duygusuna dayanır. Burada asıl vurgu güçte değil, potansiyeldedir; küçük görünenin, değersiz sayılanın ya da en önde feda edilenin içinde saklı duran ihtimale işaret edilir.
Bu anlatı, insanın kendisiyle kurduğu sessiz bir konuşmadır; “Ben olduğum kişi miyim, yoksa henüz olamadığım biri mi?” Çünkü hayatta çoğu insan, kendisine biçilen rolü oynar, en önde yürür, en çok yorulan olur ama en az söz hakkına sahip kalır; yine de her adım, her sabır, her kayıp aslında bir birikimdir ve fark edilmese de insanın iç dünyasında başka bir kimliğin gölgesi yavaş yavaş şekillenir.
Bu durum en çok umut duygusuyla açıklanabilir; ama sıradan, romantik bir umut değil, sessiz ve dirençli bir umutla. Kimseye ilan edilmeyen, alkış beklemeyen, yalnızca “henüz değil” diyebilen bir umut. Aynı zamanda özsaygı vardır burada; insanın, şu anki konumuna bakarak kendi değerini küçültmemesi, görünmeyen bir gücü kendine saklamasıdır bu.
Bir diğer insani duygu ise sabırla yoğrulmuş özgüvendir; acele etmeyen, yükselmek için başkalarını ezmeyen ama kendi yolunu adım adım yürüyen bir özgüven. Çünkü gerçek dönüşüm, dışarıdan verilen bir yetkiyle değil, içeride biriken farkındalıkla gerçekleşir.
İnsan bazen küçük görünür, kolay harcanır, gözden çıkarılır ama bu onun son hali değildir; çünkü bazı insanlar güçlerini yüksek sesle değil, gölgelerinde taşır ve doğru an geldiğinde, kim olduklarını değil, kim olabileceklerini gösterirler.