Kendinden uzaklaşma fikri, çoğu zaman bir özgürlük vaadi gibi görünür; sanki birkaç adım geri çekilince yük hafifleyecek, sanki yön değişince içteki ağırlık da yerinde kalacakmış gibi bir his doğar, fakat insan nereye giderse gitsin, en çok kendini yanında taşır ve bu yüzden bazı yolculuklar varıştan çok geri dönüş için yapılır. Kaçış, her zaman aceleyle alınmış bir karar değildir; bazen usul usul yerleşir, alışkanlık kılığına girer, sessizlikle beslenir, ertelenmiş yüzleşmelerin arasına gizlenir ve zamanla insan, kaçtığını değil, “öyle olması gerektiğini” düşündüğünü zanneder, çünkü akıl çoğu zaman kalbi ikna etmeyi iyi bilir.
Bazı uzaklaşmalar vardır ki dışarıdan bakıldığında mantıklı görünür; ortam değişmiştir, insanlar değişmiştir, ritim yavaşlamış ya da hızlanmıştır ama içte, tanıdık bir sızı aynı yerinde durur, çünkü kaçılan şey bir kişi ya da bir durum değil, daha çok söylenememiş bir cümle, yarım bırakılmış bir cesaret, içten içe bilinen ama yüksek sesle kabul edilmeyen bir gerçektir. İnsan, kendinden uzak kaldıkça bazı duygular sessizleşir sanır; oysa onlar susmaz, sadece daha derine çekilir, daha ince yollar bulur, rüyalara sızar, beklenmedik anlarda ortaya çıkar ve bazen en beklenmedik mutluluk anının içine bile hafif bir eksiklik duygusu bırakır.
Zaman ilerledikçe, kaçışın ardında tuhaf bir his birikmeye başlar; adı konmaz, kimseye anlatılmaz, hatta çoğu zaman fark edilmez bile ama içte bir yerde “orada kalınsaydı ne olurdu” sorusu sessizce dolaşır, cevap aramaz, sadece varlığını hissettirir ve bu his, pişmanlık gibi yüksek sesle bağırmaz, daha çok içten içe ağırlaşan bir gölge gibi insanın peşinden gelir. Bu yüzden bazı geceler vardır; her şey yolundaymış gibi görünürken bile insan, kendiyle arasında mesafe olduğunu hisseder, sanki bir şey tam yerine oturmamıştır, sanki eksik olan şey dışarıda değil de içeride bir yerde unutulmuştur ve o anlarda insan anlar ki kaçmak, her zaman kurtulmak anlamına gelmez.
Bazı yüzleşmeler ertelendiğinde yok olmaz; sadece zamana yayılır, şekil değiştirir, bazen daha yumuşak, bazen daha sert bir biçimde geri döner ve insan, kaçtığı şeyin aslında kendini korumak değil, kendini eksik bırakmak olduğunu fark ettiğinde, asıl ağırlık o farkındalıkta ortaya çıkar. Belki de bu yüzden, insanın en uzun yolculukları dışarı doğru değil, içeri doğrudur; çünkü gerçek rahatlama, uzaklaşmakta değil, dönüp bakabilmekte, susturulan sesi duyabilmekte ve kaçılan yere artık kaçmadan bakabilmekte saklıdır.