Işığı görebileni bırakma, çünkü ışığı görebilen insan, karanlığı inkar etmez ama ona teslim de olmaz; o, karanlığın içinden geçip yine de yönünü kaybetmemiş, başını kaldırıp gökyüzünde hala bir anlam aramayı sürdürmüş kişidir. Herkes aydınlığı sever ama çok azı, karanlıkta bile aydınlığı seçebilenle yürümeyi başarır; çoğu insan ışık varken cesurdur, gece çöktüğünde ise ilk terk eden olur. Işığı görebileni bırakma, çünkü o kişi sana sürekli güneş gibi parlamaz; bazen sadece küçük bir kıvılcımdır ama o kıvılcım, her şey söndüğünde bile içini ısıtmaya yeter. Gürültülü umutlar değil, sessiz ama inatçı bir inanç taşır; seni ayağa kaldırırken alkış beklemez, sadece düştüğünde yanında durur ve gitmez.
Işığı görebileni bırakma, çünkü o insan seni kurtarmaya çalışmaz, seni kendine bağımlı kılmaz; aksine, kendi ışığını hatırlamana yardım eder. Sen unuttuğunda, sende gördüğü o eski parlaklığı sana usulca geri fısıldar, “Sen buydu” der gibi bakar, ama asla bağırmaz. Işığı görebileni bırakma, çünkü o, hayatın sadece kazananları sevmediğini, bazen en çok kaybedenlerin en derin hakikati taşıdığını bilir. Yaralarından utanmaz, başkalarının yaralarına da üstten bakmaz; kırılmış olmayı zayıflık değil, farkındalık sayar.
Işığı görebileni bırakma, çünkü o insan kolay vazgeçmez; senden değil, hayattan bile vazgeçmediği için buradadır. Herkes giderken kalmayı seçmiş, herkes sustuğunda anlamayı denemiştir. Böyle insanlar nadirdir; çoğu kalabalığın içinde kaybolur, fark edilmez, bazen “fazla derin” bulunur ama aslında onlar, yüzeyde boğulmayanlardır. Ve en önemlisi, ışığı görebileni bırakma; çünkü gün gelir sen ışığını kaybedersin, yolunu şaşırırsın, her şey anlamsızlaşır. İşte o an, sana fener tutan değil, seninle birlikte karanlıkta yürüyebilen biri gerekir. Işığı görebilen, tam da bunu yapar.