Türk İmparatorlarının Tılsımlı Gömlekleri
Tarihte Türk imparatorlarının giydiği tılsımlı gömlekler, ne yalnızca batıl bir inancın ürünüydü ne de süsleme merakının; onlar, iktidarın görünmeyen yükünü taşıyan, insanla kader arasındaki gerilimi kumaşa işleyen ve savaş meydanında kılıçtan önce kalbi sabitlemeye çalışan sessiz metinlerdi. Çünkü Türk İslam devlet geleneğinde hükümdar olmak, sadece ordulara hükmetmek değil; görünmeyen alemlerle de yüzleşmeyi, ilahi dengeyle sürekli bir temas halinde yaşamayı gerektirirdi. Bu gömlekler çoğunlukla pamuklu ya da ince ketenden dokunur, beyaz ya da kırık beyaz tonlarında seçilirdi; çünkü beyaz renk, hem saf niyeti hem de teslimiyeti temsil ederken, aynı zamanda yazılan kutsal metinlerin titreşimini bozmadan taşıyacak en “sessiz” zemin olarak kabul edilirdi. Kumaş daha kesilmeden önce niyet edilir, bazen belirli günler ve saatler beklenir, gezegen konumları ve ebced hesapları gözetilirdi; yani gömlek daha dikilmeden kaderle müzakere başlamış olurdu.
Üzerine yazılan motifler asla rastgele değildi. Ayetler, esmalar ve dualar çoğu zaman geometrik bir evren haritası gibi yerleştirilirdi; kareler, daireler, iç içe geçen yıldızlar ve vefk tabloları, evrenin düzenini insan bedenine yansıtmak için kullanılırdı. Bu düzenleme, gömleği giyen kişinin kalbinin, zihninin ve iradesinin kozmik ritimle uyumlanmasını amaçlardı. Çünkü dönemin anlayışında savaş, sadece iki ordunun çarpışması değil; niyetlerin, enerjilerin ve kader çizgilerinin karşı karşıya gelmesiydi. Osmanlı padişahlarının tılsımlı gömlekleri bu geleneğin en rafine örneklerini oluşturur. Yavuz Sultan Selim’in giydiği gömleklerde Fetih Suresi, Ayetel Kürsi ve “Ya Kahhar, Ya Hafız” gibi esmalar sıkça yer alır; bu tercih, onun sert mizacından çok, omuzladığı ağır tarihsel kırılmalarla ilgilidir. Mısır seferi yalnızca bir fetih değil, hilafetin ve İslam dünyasının yönünün değiştiği metafizik bir eşikti; bu yüzden Yavuz’un gömleği, bedenini değil, kararlarının sonuçlarını korumaya yönelmişti.
Kanuni Sultan Süleyman’ın tılsımlı gömlekleri ise daha farklı bir ruh taşır. Günümüze ulaşan örneklerde sadece korunma ayetleri değil; adalet, hikmet, sabır ve doğru hüküm verme temalarının öne çıktığı görülür. Bu gömlekler, Kanuni’nin kendisini yalnızca güçlü bir hükümdar değil, ilahi düzenin yeryüzündeki terazisi olarak algılamasının yansımasıdır. Zırhın altında taşınmaları tesadüf değildir; çünkü gerçek denge, dışarıdan değil, içeriden kurulmalıdır. Bu gelenek Osmanlı ile sınırlı değildir. Büyük Selçuklu sultanları döneminde de benzer uygulamalar görülür; Alp Arslan’ın Malazgirt öncesinde kefen niyetiyle beyazlar giymesi, tılsımlı gömlek anlayışının sade ama güçlü bir ifadesidir. Burada amaç büyü yapmak değil, ölümü kabul ederek korkuyu etkisiz hale getirmektir. Çünkü korkunun çözüldüğü yerde kader, insanın önüne daha berrak çıkar.
Tılsımlı gömlekler yalnızca savaş için kullanılmazdı; kimi zaman hastalık dönemlerinde, kimi zaman büyük devlet kararlarının arifesinde, kimi zaman da hükümdarın içsel bir fırtınadan geçtiği anlarda giyilirdi. Bu yönüyle gömlek, bir zırh değil; taşınabilir bir dua, bedene sarılmış bir niyet defteri gibiydi. Bugün Topkapı Sarayı’nda sergilenen tılsımlı gömlekler, yalnızca tarihi tekstil örnekleri değildir; onlar, insanın gücüyle korkusu arasındaki o kadim çatışmanın, iplikle yazıya, yazıyla kadere dönüştüğü nadir tanıklıklardır. Ve belki de bu yüzden hala etkileyicidirler; çünkü bize şunu hatırlatırlar: En kudretli imparator bile, görünmeyen karşısında bir gömleğin içine sığınacak kadar insandır.