I Origins (2014, Mike Cahill) Bilimkurgu/Dram
Filmin açılışı, mikroskop altındaki bir gözün görüntüsüyle başlar. Genç biyolog Ian Gray, göz irisinin evrimsel kökenini araştıran biridir. Ona göre insan gözü tamamen biyolojik bir kazadır, yani mucize değil, tesadüftür. İnançla ilgilenmez, “Tanrı” kavramına karşıdır. Bilimin her şeyi açıklayabileceğine inanır. Bir röportajında şöyle der; “Göz Tanrı’nın kanıtı değildir. Sadece doğal seçilimin eseridir.” Bu cümle, aslında filmin bütün çatışmasını belirler.
Bir gün bir partide Ian, Sofi adında gizemli bir kadınla tanışır. Onu maskenin altından sadece gözlerinden tanır. Sofi mistik, rüyalarına inanan, sezgisel bir karakterdir, adeta başka bir dünyadandır. O, “her şeyin bir anlamı vardır” darken, Ian, “her şey rastlantıdır” der. Ama aralarındaki çekim kaçınılmazdır. Sofi’nin evi, bitkiler, semboller ve ışıklarla doludur. Onun dünyasında mantık değil, hissetmek vardır. Bir gün Ian’a şöyle der; “belki de gözlerimiz, önceki hayatlarımızda gördüklerimizi hatırlıyor.” Ian, bunu romantik bir metafor sanır ama film boyunca bu cümle yankılanır.
Ian ve Sofi’nin aşkı büyürken, bir trajedi yaşanır. O andan sonra Ian’ın hayatı tamamen değişir. Sofi’nin mistik dünyasından uzaklaşıp, bilime sığınır. Yıllar geçer. Artık evlidir, eşi Karen’le birlikte genetik araştırmalar yapmaktadır. Ama Sofi’nin gözlerinin deseni ve rengi bir türlü aklından çıkmaz. Ian, bir gün yaptığı iris tarama çalışmasında küçük bir kız çocuğunun gözlerini inceler ve karşısında o tanıdık deseni görür. Bu Sofi’nin irisidir. Bu artık sadece aşk değil, bilimin açıklayamadığı bir olgudur. Ian, o çocuğun peşine düşer. Bu iz sürme onu Amerika’dan Hindistan’a götürür.
Hindistan sahneleri filmde metaforik bir dönüşüm noktasıdır. Kalabalık, kaos, renkler; her şey Ian’ın kontrollü, steril dünyasının tam tersidir. Orada o küçük kızla (Salomina) tanışır. Kız, Sofi’nin çocukken bildiği ayrıntıları biliyordur. Sanki ruh aynı, sadece bedeni değişmiştir. Ian, tüm bilimsel araçlarını kullanarak kanıt arar ama bu artık bir laboratuvar meselesi değildir. Film sessizleşir, müzik yavaşlar, kamera onun gözlerine yaklaşır çünkü artık o da inanmak üzeredir.
“I Origins” aslında hiçbir şeyi kesinleştirmez. Sadece izleyiciye şunu söyler; “Bilim kanıt ister, inanç hisseder. Ama belki de ikisi aynı gerçeğe farklı kapılardan bakıyordur.”Ian, sonunda bilimi bırakmaz ama kalbinde bir açıklık oluşur. Artık mikroskopla baktığında sadece hücre değil, varlığın izini görür.
I Origins sadece bir film değil, farklı bir ruh haliyle izlenmesi gereken bir deneyimdir. Yanlış atmosferde izlerseniz sıradan bir aşk filmi gibi görünür ama doğru ortamdaysa, sanki bir rüyanın içine girersiniz.