Mnemosyne Hatırlamanın Tanrıçası ve Bilincin Hafızası
Mnemosyne, Yunan mitolojisinde yalnızca hatırlamanın değil, bilginin varlığa tutunma biçiminin, başka bir deyişle bilincin kendisini süreklilik içinde koruma yetisinin tanrıçasıdır; çünkü hatırlamak, bu kadim anlayışta basit bir geçmişe dönüş değil, ruhun kendi kökeniyle olan bağını koparmamayı başarmasıdır. O bir Titan’dır ve Titan soyuna özgü o ağır, sessiz ve zamansız bilgelik onda açıkça hissedilir; Olimpos tanrıları gibi gürültülü değildir, çünkü onun gücü hükmetmekten değil, unutturmamaktan doğar. Mnemosyne’nin hafızası kronolojik değildir; onun bilgisi çizgisel zamanın ötesinde işleyen, eşzamanlı bir farkındalık hâlidir ve bu yüzden geçmiş, şimdi ve gelecek onun bilincinde ayrı ayrı katmanlar olarak değil, tek bir bütünsel alan olarak var olur. Antik Yunan düşüncesinde hafıza, zihinsel bir yetenekten çok ruhsal bir yeti olarak kabul edilirdi ve Mnemosyne tam da bu noktada ortaya çıkar; çünkü insan, ancak hatırladığı sürece kim olduğunu bilir, neyi aradığını anımsar ve neden var olduğunu sezebilir.
Zeus’un Mnemosyne ile dokuz gece boyunca birlikteliğinden Dokuz Musa’nın doğması tesadüf değildir; sanatın, şiirin, müziğin, tarihin ve ilhamın kaynağı hatırlamadır, çünkü yaratım dediğimiz şey çoğu zaman yeni bir şey icat etmek değil, zaten var olan bir bilginin yeniden yüzeye çıkmasıdır. Bir ozanın dizeleri, bir filozofun kavrayışı ya da bir sanatçının içgörüsü aslında Mnemosyne’nin fısıltılarının insan zihninde yankı bulmuş hâlidir. Bu nedenle Antik Yunan’da öğrenmek, modern anlamda bilgi yüklemek değil; anamnesis, yani hatırlama eylemidir. Platon’un felsefesinde ruhun doğmadan önce bildiklerini dünyada “yeniden hatırlaması” fikri, doğrudan Mnemosyne’nin kozmik alanına açılır; çünkü bilgi dışarıdan alınmaz, içeride uyandırılır.
Yeraltı dünyasında akan iki nehir – Lethe (Unutuş) ve Mnemosyne’nin Suyu bu karşıtlığı açıkça ortaya koyar: Lethe’den içen ruhlar geçmişlerini siler, yeniden doğar ve aynı döngüyü bilinçsizce yaşar; Mnemosyne’nin suyundan içenler ise kim olduklarını hatırlayarak dönerler, artık olayların içinde kaybolmaz, olayları okuyabilen bir bilinç kazanırlar. Bu yüzden Orphik ve gizem öğretilerinde ruhlara, ölümden sonra Lethe’den değil Mnemosyne’nin suyundan içmeleri öğütlenirdi; çünkü kurtuluş, kaçmakta değil, hatırlamakta gizlidir. Mnemosyne’nin sessizliği onun zayıflığı değil, gücüdür; o bağırmaz, zorlamaz, kendini dayatmaz, fakat bir kez hatırlama başladığında artık hiçbir şey eskisi gibi kalmaz. İnsan kendi iç tarihine dokunduğu anda, bastırılmış korkularını, unutulmuş sezgilerini, çocuklukta hissedilen ama adı konulamayan bilgeliği yeniden çağırır ve işte o anda bilinç parçaları birleşmeye başlar.
Bu yüzden Mnemosyne, modern insan için de son derece günceldir; çünkü unutma çağında yaşıyoruz ve sürekli yeni bilgilerle doldurulan zihinler, derin hatırlama yetisini yavaş yavaş kaybediyor. Mnemosyne’nin çağrısı, daha fazla bilmek değil; daha az unutmak, daha yavaş yaşamak ve bilginin ruhla tekrar temas etmesine izin vermektir.