Mistisizm, insanın varoluşu sadece akılla kavrayamayacağını, evrenin ardında görünmeyen bir anlam ve düzen bulunduğunu ve bu anlamın zaman zaman sezgiyle, içsel deneyimle, kalbin sessiz bilgisiyle hissedilebileceğini savunan bir düşünce ve yaşama biçimidir; mistik bakışa göre gerçeklik sadece maddeden, nesnelerden ve ölçülebilir olgulardan ibaret değildir, insanın içinden geçen duygular, açıklayamadığı sezgiler, kendini bir anda evrenle bağlantılı hissettiği derin anlar ve kelimelere sığmayan o “büyük bütünlük duygusu” da hakikatin katmanlarıdır. Bu nedenle mistisizm, bilim ve din arasında sıkışmadan, birini reddetmeden diğerini yüceltmeden, her ikisinin de sınırlarının farkında olarak, “insanın görebildiğinden fazlası var mı?” sorusunu açık tutan bir arayış olarak anlaşılır; bazen bir dervişin sessiz yürüyüşünde, bazen bir keşişin dağ başındaki meditasyonunda, bazen de şehir kalabalığında ansızın gelen bir iç huzur dalgasında kendini hissettirir.
Mistisizmde önemli olan, görünenin ardındaki görünmeyeni fark etmeye çalışmaktır; örneğin bir çiçeğe sadece botanik bilgiyle bakarsan yaprak damarlarını, renk pigmentlerini ve fotosentezi görürsün, bu doğrudur ve değerlidir, fakat mistik bakış aynı çiçeğe bir süre sessizce bakınca, onun yalnızca biyolojik bir yapı olmadığını, güzelliğinin insanda neden sessiz bir hayranlık uyandırdığını, evrenin ritmiyle nasıl uyumlu olduğunu, kısacası çiçeğin hem madde hem anlam taşıdığını sezebilir. Benzer şekilde, bir insanın gözlerine baktığında onunla ilgili hiçbir bilgiye sahip olmasan bile, iyi niyetli mi, kırgın mı, içi karanlık mı yoksa ışığa mı yakın olduğunu hissedebilirsin; mistisizm, bu hissedişin rastlantı değil, insanla evren arasındaki titreşimsel bir uyum olduğunu söyler.
Bu yüzden mistisizm, önermelerle, kanıtlarla, formüllerle ispatlamaya değil; deneyimlemeye, yaşamaya, fark etmeye yaslanır; bir gece gökyüzüne bakarken içinin karışık olduğu halde bir anda derin bir huzura kapılıp her şeyin yerli yerinde olduğuna dair açıklayamadığın bir güven duygusunun gelmesi, bir yakınını düşündüğün anda ondan telefon gelmesi, hiç tanımadığın bir ortamda birdenbire kendini evinde gibi hissetmen ya da bazı olayların sanki seni bir şeye hazırladığına dair o ince sezgi, mistik algının günlük yaşamda beliren örnekleridir. Mistisizm, ne her şeye inanmayı ne de her şeyi reddetmeyi önerir; esas mesele, gözün gördüğü ile kalbin hissettiği arasındaki köprüyü kurmak, görünmeyen katmanları bütünüyle sahiplenmeden ama reddetmeden, insanın varoluşunun hem maddi hem manevi boyutlarını birlikte taşıyabilmektir.