Görmez Söz
Karanlık bir odada uyandı. Duvarlar, tavan, zemin her şey griydi. Ne bir pencere ne de bir kapı vardı. Sadece sessizlik hem de içini delen, göğsünde yankılanan bir sessizlik...
Kafasını kaldırdığında alnından aşağıya inen bir beyazlık hissetti. Gözlerini açmak istedi ama açamadı; çünkü bir bez, sıkıca sarılmıştı başının etrafına. Gözleri yoktu artık. Görmek yerine hissetmek zorundaydı. Konuşmaya çalıştı, “buradayım” demek istedi. Ama dudaklarının üzerinde bir sıcaklık, yapışkan bir his vardı. Çarpı şeklinde kırmızı bir mühür. Biri, sanki “sus” demişti, kalın bir fırça darbesiyle ve acımasızca.
Zaman geçti. Belki günler, belki yıllar. Artık duvarlardaki sessizliği bile dinleyemiyordu. Fakat içinde, göğsünün tam ortasında, bir kıpırtı vardı. Bunlar sözcüklerdi. Görmediği şeyleri anlatmak isteyen sözcükler…
Ellerini yüzüne götürdü. Parmak uçlarıyla dokundu, kirden beyazlığını yitirmiş bezin altındaki gözleri yanıyordu, ağlıyordu belki de. Kırmızı mührün soğuyan dokusunu hissetti. Sonra yavaşça, parmaklarını dudakları üzerindeki çarpının üzerine bastırdı. Kırmızı boya ellerine bulaştı. Ellerinden duvara geçti. Ardından her yere…
Artık konuşamasa da yazabiliyordu. Duvarda tek bir kelime belirdi;
“Görmeden gören, konuşmadan duyan…”
Ve o anda, odanın bir köşesinde küçük bir ışık belirdi. Karanlık duvarın içinden sızan ince bir çizgi. Belki bir kapıydı, belki bir umut. O artık sessizliğiyle konuşmayı öğrenmişti.
Bu hikaye, hakikat ile yasaklanan sessizlik arasındaki kadim gerilimi anlatıyor; “duyulmayanın anlamı”, “görülmeyenin gerçeği” üzerine kurulmuş bir içsel aydınlanma hikayesi.