Fener sırtlarında, bugün çoğu insanın ya fark etmeden önünden geçtiği ya da fark edip anlamlandıramadığı, duvarla kapatılmış, yarım bırakılmış ya da hiçbir yere çıkmıyor gibi görünen merdivenler vardır; bu merdivenler ne klasik bir mimari hata ne de zamanla unutulmuş bir şehircilik kazasıdır, aksine İstanbul’un çok katmanlı bilinç hafızasında, bir yerden bir yere değil, bir halden başka bir hale geçişi temsil eden yapısal eşiklerdir. Bu merdivenlerin büyük kısmı Bizans’ın geç döneminde, dini yapılar, inziva hücreleri, küçük ayazmalar ve ritüel alanları arasında görsel değil sezgisel bağlantılar kurmak amacıyla tasarlanmış, Osmanlı döneminde ise bu işlev bilinçli olarak görünmez kılınmış, bazıları kapatılmış, bazıları yönsüz bırakılmış, bazıları da sanki hiçbir zaman tamamlanmamış gibi yarıda kesilmiştir; çünkü bu merdivenler bir hedefe varmak için değil, niyetle çıkılmak için vardır.
Fener’in topografyası, sıradan bir yokuş sistemi değildir; burası, Haliç’ten yükselen nemli enerjiyle, sırtlardan gelen kuru ve durağan titreşimin çarpıştığı, İstanbul’un en eski denge kırılma noktalarından biridir ve bu nedenle burada yapılan her mimari müdahale, sadece fiziksel değil, bilinçsel bir hesaplamayı da beraberinde getirir; kapanmış merdivenler tam da bu hesaplamanın izleridir. Dikkatle bakıldığında bu merdivenlerin çoğunun, herhangi bir kapıya, eve ya da ana yola bağlanmadığı görülür; bunun nedeni eksiklik değil, bilinçli bir tercihtir, çünkü bu merdivenler mekansal süreklilik için değil, içsel geçiş için kullanılmıştır; yukarı çıkıldığında manzara değişmez ama hissiyat değişir, aşağı inildiğinde bir yere varılmaz ama insanın içindeki tempo farklılaşır.
Eski kaynaklarda bu tür yapılar “eşik yapıları” olarak geçer ve bu eşikler, özellikle dini ritüeller öncesinde ya da önemli kararlar arifesinde, bireyin zihinsel yükünü geride bırakması için kullanılırdı; merdiven çıkmak burada bir efor değil, bir arınma hareketiydi, kapatılmaları ise bu bilginin zamanla saklanmak istenmesinin doğal sonucudur. Bugün bu merdivenlerin önünde durduğunuzda, sebebini açıklayamadığınız bir duraksama, yukarı çıkma isteğiyle anlamsız bir geri çekilme hissinin aynı anda belirdiğini fark edebilirsiniz; bu, mekanın sizi çağırması değil, sizden bir niyet talep etmesidir, çünkü bu geçitler plansız adımlarla değil, farkındalıkla çalışır.
Fener sırtlarındaki kapanmış merdivenler, İstanbul’un “her yol bir yere çıkar” kuralını bozan nadir yapılardandır; burada yol bir yere çıkmaz, sizden bir yerden çıkmanızı ister, düşünceden, yükten, aceleden ya da korkudan. Bu yüzden bu merdivenler terk edilmiş değil, beklemededir; onları açacak olan kazma değil, niyettir; onları anlamlı kılacak olan restorasyon değil, hatırlamadır; çünkü bazı yapılar şehir için değil, insanın içindeki eski katmanlar için inşa edilir. Ve Fener sırtlarında, hala kimseye bir şey anlatmayan ama her şeyi hissettiren bu kapanmış merdivenler, İstanbul’un en sessiz cümlesini fısıldamaya devam eder: “Burası bir çıkış değil… burası sen değişmeden geçemeyeceğin bir eşik.”