Ezoterik sembollerin dünyanın birbirinden tamamen kopuk coğrafyalarında, farklı çağlarda ve hiçbir doğrudan temas olmaksızın neredeyse aynı biçimlerde ortaya çıkması, tarih boyunca yalnızca merak uyandıran bir tesadüf olarak görülmemiş, aksine insan bilincinin derin katmanlarına işaret eden güçlü bir olgu olarak değerlendirilmiştir, çünkü bu benzerlikler, kültürel kopyalamadan çok, insanın varoluş karşısındaki temel sorulara her zaman benzer sembolik yanıtlar üretme eğilimine sahip olduğunu gösterir. İnsan, doğaya baktığında kaos değil düzen görme ihtiyacı hisseder, gökyüzündeki döngüler, güneşin doğuşu ve batışı, ayın evreleri, doğum ve ölümün ritmi, insan zihninde soyut düşünceyi besleyen ortak bir arka plan oluşturur. Ezoterik semboller bu noktada, doğrudan anlatılamayan bu düzen hissinin şekle bürünmüş halidir, daire sonsuzluğu, üçgen dengeyi, spiral dönüşümü anlatır çünkü bu formlar, insanın bilinç dışına yerleşmiş evrensel deneyimlerin görsel karşılıklarıdır.
Ezoterik geleneğe göre semboller, yalnızca kültürel aktarımın ürünü değildir, aynı zamanda bilincin ortak hafızasından süzülmüş ifadelerdir. Carl Jung’un “kolektif bilinçdışı” kavramıyla açıkladığı gibi, insan zihni yalnızca bireysel deneyimlerle değil, kuşaklar boyunca aktarılan arketipsel imgelerle de şekillenir. Bu nedenle yılan, göz, güneş, ağaç ya da dağ gibi semboller, farklı toplumlarda farklı adlar taşısa bile aynı derin anlam alanına dokunur, çünkü her biri, insanın varoluşsal deneyimine temas eden evrensel bir arketipi temsil eder. Ezoterik sembollerin evrensel olmasının bir diğer nedeni, onların akla değil, idrak ve sezgiye hitap etmesidir. Sözlü ve yazılı dil kültüre bağımlıdır, kelimeler değişir, anlamlar kayar, diller yok olur. Oysa semboller, dilin ötesinde bir anlatım biçimi sunduğu için zamana ve coğrafyaya daha dayanıklıdır. Bir sembole bakan insan, onu sözcüklerle açıklamasa bile hisseder, bu da sembolleri, insanlık tarihinin en kalıcı anlatım araçlarından biri haline getirir.
Ezoterizmde sembolün evrenselliği, bilginin korunmasıyla da ilişkilidir. Doğrudan anlatılan bilgi, yanlış anlaşılabilir, çarpıtılabilir ya da güce dönüştürülerek suistimal edilebilir, buna karşılık sembolik anlatım, bilgiyi sabitlemez, onu yorumlayan bilincin sorumluluğuna bırakır. Bu yüzden semboller evrenseldir ama anlamları sabit değildir, her çağ, her insan ve her kültür, sembolü kendi bilinci kadar okuyabilir. Bu esneklik, sembolün evrenselliğini zayıflatmaz, aksine güçlendirir. Sembolün evrensel etkisi, insanın içsel yolculuğuyla da doğrudan bağlantılıdır, çünkü ezoterik semboller çoğu zaman dış dünyayı değil, içsel süreçleri anlatır. Dış dünya kültürden kültüre değişebilir, fakat korku, merak, ölüm, umut, dönüşüm ve anlam arayışı değişmez. Ezoterik semboller işte bu değişmeyen alanlara temas ettiği için evrensel olur, insanın iç coğrafyası, dış coğrafyadan çok daha az farklılık gösterir.
Modern dünyada sembollerin hala güçlü bir etki yaratmasının nedeni de buradadır, teknoloji, bilim ve dil gelişmiş olsa bile insanın varoluşsal soruları aynı kalmıştır. Bir sembol, modern bir zihne antik bir metinden çok daha hızlı ulaşabilir, çünkü sembol, bilincin düşünmeden önce tepki veren katmanına seslenir. Bu yüzden ezoterik semboller, çağdaş tasarımda, sanatta ve hatta günlük hayatta bile farkında olmadan kullanılmaya devam eder. Sonuç olarak ezoterik semboller evrenseldir çünkü onlar tek bir kültüre ait değildir, insan olmanın ortak deneyiminden doğmuş, dil üstü bir anlatım biçimini temsil ederler. Onlar, geçmişten geleceğe taşınan gizli mesajlar değil, insan bilincinin kendisiyle konuşma şeklidir. Belki de bu yüzden, bir ezoterik sembole bakarken insan çoğu zaman şunu hisseder. “Bunu ilk kez görüyorum ama sanki hep biliyordum.”