Eksik Hissettiğin Yerde Korkun Başlar [ 17 Aralık 2025 ]


Eksik Hissettiğin Yerde Korkun Başlar


İnsan çoğu zaman korkularının nedenini dış dünyada arar; yaşadıklarında, insanlarda, kayıplarda ya da geleceğin belirsizliğinde, oysa korkunun gerçek başlangıç noktası genellikle görünenden çok daha içeridedir ve insan kendini eksik hissetmeye başladığı anda, fark etmeden iç dünyasında sessiz bir alarm çalar, çünkü eksiklik duygusu yalnızca bir yokluk hali değil, aynı zamanda “yetememe”, “tam olamama” ve “olduğum halimle kabul görmeme” endişesinin kök saldığı derin bir boşluktur. Eksik hissetmek, insanın kendini bütünden kopmuş gibi algılamasıdır; sanki hayatın bir yerinde yanlış bir parça bırakılmış, bir şeyler yarım kalmış ve bu yarım kalmışlık hissi her yeni adımda hatırlatılır, bu yüzden insan bazen nedenini tam olarak açıklayamadığı bir huzursuzluk yaşar, kalabalıkların içinde bile yalnız hisseder ve her şey yolundaymış gibi görünse bile içten içe bir şeylerin eksik olduğunu düşünerek kendini sürekli tetikte tutar.

Korku tam da bu noktada devreye girer; insan eksik hissettiğinde, bu eksikliğin fark edilmesinden, açığa çıkmasından ya da bir gün geri dönüşü olmayan bir kayba dönüşmesinden korkar ve bu korku zamanla yalnızca belirli durumlara değil, tüm hayata yayılır, insanı risk almaktan, yakınlaşmaktan, bağ kurmaktan ve hatta bazen mutlu olmaktan bile alıkoyar. Birçok insan korkularının cesaretsizlikten kaynaklandığını sanır, oysa çoğu korku cesaretsizlikten değil, kişinin kendine dair taşıdığı “yetersizim” inancından beslenir; sevilmeye yetmeyeceği, başarısız olacağı, terk edileceği ya da yanlış anlaşılacağı düşüncesi, insanın iç dünyasında büyüdükçe korku da güçlenir ve bu durum insanın kendini olduğu gibi ortaya koymasını giderek zorlaştırır.

Eksiklik duygusu çoğu zaman geçmişten taşınır; çocuklukta yeterince görülmemiş olmak, duyguların önemsenmemesi, sürekli karşılaştırılmak ya da koşullu sevgiyle büyümek, insanın iç dünyasında sessiz ama kalıcı bir iz bırakır ve bu iz, yetişkinlikte her zorlanmada, her eleştiride ve her belirsizlik anında kendini korku olarak hatırlatır. İnsan eksik hissettiğinde, hayatı bir savunma alanı gibi yaşamaya başlar; ya sürekli kendini kanıtlama ihtiyacı duyar ya da hiç görünmemeyi, geri planda kalmayı seçer, çünkü her iki durumda da amaç aynıdır: eksikliğin fark edilmemesi, acının yeniden yaşanmaması ve içsel kırılganlığın korunması.

Oysa korkuyla yüzleşmenin yolu, onu bastırmaktan ya da yok saymaktan değil, eksiklik duygusunu dürüstçe fark etmekten geçer; insan kendine, “Nerede eksik hissediyorum, neyi tamamlamaya çalışıyorum ve aslında benden ne bekliyorum?” sorularını sormaya başladığında, korkunun dili yavaş yavaş çözülür ve yerini daha anlaşılır bir iç sese bırakır. Eksik hissetmek insan olmanın bir kusuru değil, insan olmanın doğal bir halidir; kimse tamamen tamamlanmış, hiçbir boşluğu olmayan bir yaşam sürmez ve çoğu zaman bizi derinleştiren, empati kurmamızı sağlayan ve başkalarını gerçekten anlayabilen biri haline getiren şey, tam da bu eksik sandığımız parçalardır.

Korku, eksiklikle karıştırıldığında büyür; ama eksiklik kabul edildiğinde, korku yön değiştirir ve insanın kendini tanımasına hizmet eden bir işarete dönüşür, çünkü insan kendini eksik hissettiği yerde durup kaçmak yerine bakmayı seçtiğinde, aslında en çok korktuğu şeyin, kendisiyle daha sahici bir bağ kurmak olduğunu fark eder. Belki de bu yüzden, insanın gerçek cesareti korkusuz olmakta değil, eksik hissettiği yerde kendini terk etmemekte yatar; çünkü insan kendini olduğu haliyle kabul etmeye başladığında, korkunun beslendiği zemin yavaş yavaş çözülür ve yerini daha sakin, daha gerçek ve daha bütün bir varoluş duygusu alır.