Bitmeyen Bir Eksiklik Hissi [ 17 Aralık 2025 ]


Bitmeyen Bir Eksiklik Hissi


İnsan, dışarıdan bakıldığında her şeye sahip gibi göründüğü anlarda bile içinden geçen o sessiz mutsuzluğu çoğu zaman kendine bile itiraf edemiyor; çünkü sevgi varsa mutlu olunması gerektiğini, para varsa huzurun otomatik olarak geleceğini öğreten bir dünyada yaşıyoruz ve bu ezber bozulduğunda, sorun hayatta değil sanki bizdeymiş gibi hissetmeye başlıyoruz. Oysa mesele çoğu zaman sevginin ya da paranın yokluğu değil, onların zihnimizde temsil ettiği anlamların ağırlığıdır; sevgi, paylaşım ve sıcaklık olmaktan çıkıp kaybetme korkusuna, onay ihtiyacına ve “yetiyor muyum” sorusuna dönüştüğünde, kalbi beslemek yerine onu sürekli tetikte tutan bir alana dönüşür. Para ise özgürlük vaadiyle yola çıkıp, zamanla kıyasın, güvensizliğin ve hiç bitmeyen bir “daha fazlası” arzusunun sembolü haline gelir ve insan, kazandıkça rahatlamak yerine daha çok gerilmeye başlar.

Asıl yoran şey, sahip olduklarımızdan çok onlara alışma hızımızdır; çünkü zihin, iyi olana hızla alışır ama eksik olana takılı kalır, mutluluğu bir anlık parıltı gibi yaşayıp onu hemen sıradanlaştırırken, mutsuzluğu derinleştirip kimliğimizin bir parçası haline getirmekte hiç zorlanmaz. Bu yüzden insan, hayatında sevgi varken sevgisizmiş gibi, parası varken güvencesizmiş gibi hissedebilir Bir diğer görünmez yük, mutluluğu sürekli geleceğe ertelememizdir; “biraz daha toparlayınca”, “şu dönem geçince”, “her şey yoluna girince” diye diye bugünü askıya alırız ve fark etmeden hayatı yaşamak yerine onu bekler hale geliriz. Beklemek ise umutla değil, çoğu zaman kaygıyla beslenir ve insan, elindekini fark etmeden, henüz sahip olmadığı şeyler yüzünden mutsuz olur.

Daha da derinde, çoğumuz sevgiyi yaşamak yerine onun içinde kendimizi kanıtlamaya çalışırız; sevilmek isterken aynı anda yeterli olmaya, güçlü görünmeye, terk edilmemeye uğraşırız ve bu çaba, sevginin doğal akışını yoran sessiz bir mücadeleye dönüşür. Para söz konusu olduğunda da benzer bir döngü oluşur; kazanç, rahatlama değil, statü ve değer ölçüsüne dönüştüğünde insan ne kadar biriktirirse biriktirsin içindeki boşluk kapanmaz. Belki de en can yakıcı neden, modern insanın anlamla bağının zayıflamış olmasıdır; çünkü sevgi ve para, anlamın yerine geçtiğinde, hayat bir noktadan sonra dolu ama ruhsuz bir odaya benzer. Her şey yerli yerindedir ama içeri girince insanın içi ısınmaz. Mutluluk, tek başına sahip olmakla değil, sahip olunan şeyin hayattaki yerini bilmekle mümkündür.

Sonunda insan şunu fark eder: Mutsuzluk çoğu zaman bir eksiklik değil, bir uyumsuzluk halidir; dış dünya ile iç dünyanın aynı ritimde atamaması, hızın anlamı, beklentinin şimdiyi, sahip olmanın hissetmeyi bastırmasıdır. Sevgi vardır ama yaşanmaz, para vardır ama güvene dönüşmez ve insan, her şeye sahipken kendini eksik hisseder. Belki de gerçek soru şudur: Neden mutsuzuz değil, neden mutlu olmaya bu kadar şartlandık? Çünkü bazen mutluluk, eklenen bir şey değil, çıkarılması gereken bir yükle başlar.