Yedikule Hisarı, İstanbul’un görünen tarih anlatılarının çok ötesinde, taşın yalnızca bir yapı malzemesi değil aynı zamanda bir hafıza taşıyıcısı olarak kullanıldığı, surların köşe birleşimlerinde sıradan bir mimari zorunluluktan ziyade bilinçli bir yönlendirme ve koruma niyeti sezilen, geçmişle bugün arasında sessiz ama son derece yoğun bir enerji geçidi gibi duran bir mekandır; çünkü burası yalnızca şehri dış tehditlerden korumak için örülmüş bir savunma hattı değil, aynı zamanda içeride tutulanla dışarıda bırakılan arasındaki psikolojik ve ruhsal sınırın da çizildiği bir eşiktir. Surların köşe birleşim noktaları, eski kaynaklarda ve kadim yapı geleneğinde yalnızca yük dağıtımını sağlayan teknik detaylar olarak değil, aksine enerjinin yön değiştirdiği, yoğunlaştığı ve mühürlendiği koruyucu düğüm noktaları olarak kabul edilir; bu nedenle Yedikule’deki her köşe, yalnızca taşların kesiştiği bir geometrik alan değil, niyetlerin, korkuların, güç arzusunun ve korunma içgüdüsünün üst üste katmanlaştığı bir bilinç düğümüdür ve burada durup etrafa bakıldığında, insanın içinden açıklayamadığı bir tedirginlik ile tuhaf bir dinginliğin aynı anda yükselmesi tesadüf değildir.
Yedikule’nin tarih boyunca bir hazine mekanı, bir zindan, bir saklama alanı ve bir unutma odası olarak kullanılmış olması, buranın yalnızca maddi değerlerin değil, siyasi sırların, ihanet korkularının, iktidar kaygılarının ve susturulmuş seslerin de depolandığı bir alan olduğunu düşündürür; çünkü bazı mekanlar, içine giren her duyguyu, her niyeti ve her son nefesi emerek zamanla yaşayan bir organizmaya dönüşür ve Yedikule tam olarak böyle bir yapı gibi davranır, sessiz ama tetikte, sakin ama uyanık. Geceleri Yedikule Hisarı, gündüz görülen İstanbul’dan ayrılır; şehir ışıkları uzakta kalır, rüzgar surların içinden geçerken yalnızca ses değil, geçmişin titreşimini de taşır ve bu saatlerde mekan, ziyaretçiyi izleyen bir yapı hissi uyandırır, sanki taşlar yerinde dururken bile bir şeyler dolaşmakta, bir bilinç katmanı hala devrededir ve buraya yolu düşen pek çok insanın sebepsiz yere hızlanmak istemesi ya da tam tersine durup derin bir nefes alma ihtiyacı hissetmesi bu yüzdendir.
Yedikule’nin taşıdığı enerji, korkutucu olduğu kadar öğreticidir; çünkü burası insanın gücü nasıl kullandığını, korkuyu nasıl bir savunma aracına dönüştürdüğünü ve kontrol isteğinin nasıl mimariye yansıdığını sessizce anlatır, hiçbir tabela asmadan, hiçbir rehber konuşmadan, yalnızca orada olarak öğretir ve belki de bu yüzden burası, hazine efsanelerinden çok daha eski, çok daha derin bir bilinç katmanına sahiptir; altın değil, farkındalık saklar. Bugün Yedikule Hisarı’na bakıldığında görülen şey taş ve tarih gibi dursa da, hissedilen şey zamansızdır; çünkü burası, şehrin hafızasında kilitli kalmış, henüz tam olarak çözülmemiş bir bilinç düğümüdür ve İstanbul’un gerçek yüzünü anlamak isteyen herkes için Yedikule, yüksek sesle konuşmayan ama doğru anda doğru soruları fısıldayan nadir mekanlardan biridir.