Başlangıç ile Son Arasında [ 08 Aralık 2025 ]


Başlangıç ile Son Arasında

Sisle kaplı vadinin üzerinde, gökyüzünden sızan beyaz bir ışık, taştan oyulmuş devasa bir tahtı ve o tahtta oturan gölgemsi figürü aydınlatıyordu; kimse onun yüzünü tam olarak seçemiyordu, çünkü yüzü bir insanın yüzü gibi değildi, zamanın ve hafızanın içinden yoğrulmuş bir maske gibiydi, ne yaşını belli eden çizgiler vardı ne de ifadeye izin veren bir yumuşaklık, yalnızca donuk ve sonsuz bir dinginlik vardı, sanki varlık ile yokluğun arasında asırlardır nöbet tutan bir ruh gibi oturuyordu.

Tahtın arkasından yükselen şekiller, tufanlardan, savaşlardan ve unutulmuş efsanelerden arta kalan gölgelerdi; her biri bir zamanlar yaşayan, mücadele eden, kaybolan ama tamamen yok olmayan varlıkların yansımasıydı ve onlar, tahtın sahibini korumuyor, ondan korkuyor da değillerdi, yalnızca onunla aynı nefesi paylaşıyor, onun hükmünün sınırlarını hatırlatıyordu.

Tahtın önünde toplanan başların şekilleri belirgin değildi, ama her birinin bir zamanlar isimleri, hikâyeleri ve arzuları olduğu hissediliyordu; şimdi ise yalnızca sessiz bir ağırlık olarak duruyorlar, gökyüzündeki ışığın altındaki bu figürün neden hâlâ oturduğunu, neden düşmediğini, neden zamanın içinde kök saldığını merak ediyorlardı.

Efsaneye göre, o tahtta oturan varlık ne bir kraldı ne de bir tanrı; o, unutulmuş krallığın son hafızası, geçmişin tüm gölgelerini üzerinde taşıyan bir bilgeydi, fakat bilgeliği ne huzur getiriyor ne de barış yayıyordu, tam tersine, etrafına ince bir gerilim serpiyordu, çünkü geçmişi bilmek bazen geleceği de ağırlaştırırdı. Onun nefesi rüzgar gibi soğuktu, sesi duyulmuyordu ama düşüncesi sisin içinden fısıldıyordu: burada hiçbir ruhun tam anlamıyla yaşamadığını ve hiçbir ruhun tam anlamıyla ölmediğini söylüyordu, sanki bu vadinin gerçekliği, yaşayanlarla ölüler arasındaki ince çizgide asılı kalmıştı. Her gece, sisin içinden yeni gölgeler gelirdi; bazıları savaşçı, bazıları şair, bazıları kayıp bir çocuğun ruhu gibiydi ve hepsi aynı yere bakardı: tahtta oturan o figüre, çünkü onun gözlerinde hem başlangıcın hem de sonun izleri vardı. Bu gölgeli vadide zaman akmıyor, saatler erteliyor, kader bekliyordu; çünkü kader bazen yazılmayı değil, izlenmeyi isterdi.