Üsküdar’daki Sessiz Türbe Çemberi, haritada bir şekli olmayan ama hissedildiğinde kendini inkar etmeyen nadir alanlardan biridir; burada mesele taş, kubbe ya da isim değildir, asıl mesele bu yapıların birbirine bakmadan, konuşmadan, çağırmadan oluşturduğu görünmez düzenin insanın iç dünyasında yarattığı ağırlıktır. Üsküdar’ın arka sokaklarında, kalabalığın sesinin Boğaz rüzgarına karışıp dağıldığı noktalarda yer alan bu az ziyaret edilen türbeler, tek tek ele alındığında sıradan sayılabilecek kadar mütevazı yapılardır; fakat birlikte düşünüldüklerinde, aralarındaki mesafenin tesadüf olmaktan çıktığı, bilinçli ya da sezgisel bir hizalanmanın ürünü olduğu hissi ağır ağır belirir.
Bu çemberi ilginç kılan şey, klasik anlamda “enerji yükselmesi” değil, tam tersine enerjinin çöktüğü, yavaşladığı ve yoğunlaştığı bir alan oluşturmasıdır; eski sufi metinlerde nadiren geçen ve çoğu zaman üstü kapalı anlatılan “durgunluk makamı”, tam da bu tür yerler için kullanılır. Burada insan kendini iyi ya da kötü hissetmez, huzurlu ya da huzursuz da olmaz; daha çok, içindeki seslerin birer birer sustuğunu, düşüncenin hız kaybettiğini ve zihnin alışık olmadığı bir boşlukla karşılaştığını fark eder. Bu boşluk korkutucu değildir ama konforlu da sayılmaz; çünkü insan, yönlendirilmediği bir iç sessizlikle baş başa kalır.
Türbelerin çoğunun aynı dönemde yapılmamış olması, farklı isimler taşıması ve farklı tarikat geleneklerine bağlanması bu alanın etkisini daha da gizemli kılar; sanki burada ortak olan şey kişiler değil, yerin kendisinin çağırdığı bilinç halidir. Rivayetlere göre bazı dervişler, bilerek bu türbelerin hiçbirine girmeden yalnızca çevresinde yürür, belirli noktalarda durur ve konuşmadan beklerdi; çünkü asıl temasın yapıların içinde değil, aralarındaki görünmez mesafede gerçekleştiğine inanılırdı.
Bu çemberin içinde zaman algısı da farklı işler; kısa bir yürüyüş, beklenenden uzun sürmüş gibi hissedilirken, bazen dakikalar tek bir nefes gibi geçer. Modern ziyaretçilerin çoğu bunun farkına varmadan bölgeden ayrılır, fakat nadiren de olsa “içime bir ağırlık çöktü ama sebebini anlayamadım” ya da “orada dururken düşünemediğimi fark ettim” gibi cümleler kuranlar olur. Bu ifadeler, sufi literatürde geçen “aklın kenara çekildiği hal” tanımına şaşırtıcı derecede yakındır.
Sessiz Türbe Çemberi’nin asıl sırrı, buranın bir ziyaret yeri değil, bir durma alanı olmasıdır; dilek tutulmaz, soru sorulmaz, cevap beklenmez. Burada insan, ne aradığını unuttuğu anla karşılaşır ve belki de bu yüzden, bu alan yüzyıllar boyunca büyük anlatıların değil, küçük fısıltıların mekanı olarak kalmıştır. Üsküdar’ın bu sessiz geometrisi, gösterişten uzak yapısıyla şunu hatırlatır: bazı yerler iyileştirmek, yükseltmek ya da dönüştürmek için değil; insanı olduğu yerde sabitlemek ve kendisiyle yüz yüze bırakmak için vardır.