Kuzguncuk; İnançların Üst Üste Binmiş Titreşimi [ 28 Aralık 2025 ]


Kuzguncuk;  İnançların Üst Üste Binmiş Titreşimi

Kuzguncuk, İstanbul’un kalabalık anlatılarının arasında sesini yükseltmeden var olmayı başarmış, ama sessizliğinin içine dikkatle kulak verildiğinde birbirine değen, birbirini bastırmayan ve hiçbir zaman tam olarak ayrışmayan inanç katmanlarının hala titreşmeye devam ettiği nadir semtlerden biri olarak, şehrin görünmeyen hafıza alanlarından birini temsil eder. Bu semtte yan yana duran cami, kilise ve sinagog yalnızca mimari bir hoşgörü sembolü değildir; aynı zamanda yüzyıllar boyunca farklı ritüellerle, farklı dualarla, farklı zaman algılarıyla yoğrulmuş insan bilincinin aynı mekanda üst üste birikmesinin oluşturduğu ince ama hissedilebilir bir frekans alanının dışavurumudur ve bu yüzden Kuzguncuk’ta yürürken insan çoğu zaman nerede olduğunu değil, neyin içinden geçtiğini anlamaya çalışır.

Kuzguncuk sokaklarında zaman, doğrusal bir çizgi gibi ilerlemez; sabah ezanının yankısı henüz taşlardan silinmemişken, geçmişten kalma bir ilahinin hayali sesi ya da bir şabat duasının izi, fark edilmeden bu akışa karışır ve böylece semt, tek bir inancın değil, yüzyıllar boyunca üst üste eklenmiş niyetlerin, korkuların, umutların ve teslimiyetlerin ortak titreşimini taşır. Bu nedenle Kuzguncuk’ta bazı sokaklar insana olduğundan daha dar, bazı avlular olduğundan daha derin, bazı duvarlar ise yalnızca taş ve harçtan ibaret değilmiş gibi gelir; çünkü bu yapılar, üzerinde yükseldikleri toprağın taşıdığı inanç yükünü hâlâ tutmakta ve her geçen gün biraz daha içe doğru saklamaktadır.

Eski evlerin pencerelerinden sızan ışık, yalnızca bir yaşam belirtisi değil, geçmişte aynı pencerelerden farklı zamanlarda edilen duaların, edilen yeminlerin ve içten içe söylenen dileklerin birbirine karışmış bir yansıması gibidir ve bu yüzden Kuzguncuk’ta gece ile gündüz arasındaki fark, çoğu semte kıyasla daha belirsiz, daha yumuşak ve daha geçişkendir. Semtin asıl gizemi, bu inançların hiçbir zaman tam anlamıyla çatışmamış olmasında değil; aksine, birbirlerinin alanını sessizce kabul ederek aynı mekanda var olmayı öğrenmiş olmalarında yatar, çünkü bu durum Kuzguncuk’u bir “birlik” anlatısından çok, insan bilincinin farklı yönlerinin aynı bedende barınabilmesine benzeyen kırılgan ama güçlü bir denge alanına dönüştürür.

Bugün Kuzguncuk’ta yürüyen biri, bunun farkında olsun ya da olmasın, aslında bir semtten değil; üst üste binmiş inanç niyetlerinin oluşturduğu görünmez bir titreşim katmanından geçer ve bu yüzden burası, fotoğraflarla değil, hızla değil, ancak durarak ve hissetmeye izin vererek anlaşılabilen yerlerden biridir. Kuzguncuk, İstanbul’un bağıran gizemlerinden değil; fısıldayan, kendini anlatmak için değil, sezilmek için var olan mekanlarından biridir ve belki de bu yüzden hala kendini tamamen ele vermemiştir.